29 Temmuz 2009 Çarşamba

Mutlu aile tablosu!


Gerçekten çok mutlu görünüyorlar. İlk kez gördüğüm bu fotoğraflara bayıldım.
Bu arada Brad Pitt'in Alman gazetesi Bild'e verdiği röportaja buradan ulaşıbilirsiniz.
Tüm sevimli görüntüsüne rağmen Angelina Jolie'ye hala buzzzzzum.. Iıııı soğuk:)








Ceyda Düvenci'nin evi

'Binbir Gece' dizisiyle yıldızı yeniden parlayan Ceyda Düvenci, şanslı bir yıl geçirdi. Dizinin 'başarısının' yanı sıra kısa bir süre önce yeniden evlendi.
InStyle Home, bu ayki sayısında oyuncunun Acarkent'te yeni taşındığı villasını konu almış...
İki salon, beş oda ve altı banyodan oluşan toplam 370 m2’lik bu villanın heralde en şahane yeri bahçesi olsa gerek. Ağaç dallarında nostaljik görüntüsü için Bodrum'dan getirdiği kabakları asan Düvenci, evin neredeyse her yerini uğrana inandığı melek figürleri ve kedi biblolarıyla süslemiş.







28 Temmuz 2009 Salı

Paz Vega & ELLE


Hamile olan İspanyol aktris Paz Vega, ELLE'nin ülkesindeki son sayısına çıplak poz verdi.

Fotoğrafları eşi Orson Salazar çekmiş..

Hamileyken soyunup poz verme modasını kim başlattı bilmiyorum ama Christina Aguilera, Demi Moore ve Britney Spears’ı karnı burnunda çıplak halleriyle gördüğümü hatırlıyorum.

Paz Vega'da modaya uymuş, kocasına poz verip olayı aile bütünlüğüyle perçinlemiş.

Ama ben çıplak hamile kadınların dergi sayfalarına yakışıp yakışmadığından emin değilim.

Geri kafalılıktan değil. Tuhaf geliyor sadece...
Siz ne düşünüyorsunuz?


Yaz bitsin, kış gelsin.


'Hadi kalk, kalk. Gidelim. Ne duruyorsun' dedim.

Kendi kendime.

Sesli söylesem, heralde, iş arkadaşlarım kendilerini çaya ya da kahveye davet ettiğimi düşünürlerdi.

Oysa ben kısacık bir mola değil, asla bitmeyecek bir sefahat hayal ediyordum.

İşte yaz beni bu hale getiriyor.

Enerjik ama depresif oluyorum. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırıyorum.

O yüzden kış aylarında daha mutlu ve huzurluyum. Sıcacık evimden güzeli mi var. Takarım filmimi, müziğimi, bakarım keyfime...

Ama güneş parıl parılken, denizi hayal ederim. Kokusunu duyarım. Oraya git, buraya git. Dört dön nafile. Nereye kaçsam, ne yapsam?

Güzel mi güzel fikirler gelir aklıma. Hemen ardından pazartesi, tam saatinde, tam yerinde, bilgisayarımın karşısında olmam gerektiğini hatırlarım.

Masmavi denizin karışısında, kıyısında hatta içinde olmak, 'oooh hayat ne güzelmiş' demek istiyorum.

Kısacacı bir hafta tatil kesmedi beni. Kısmetse ikincisini yapalım diyorum.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

MJ: Rakipsiz


Herkes onun ürküten otopsi raporunu, çocuklarını ya da mal varlığını konuşadururken, biz bir kez daha onun stiline şapka çıkaralım istedim.

Asla yok olmayacak, rakipsiz ve tek.

İşte Jacko'dan parlak bir esinlenme...


Fotoğraflar: Kaelas Room

Chanel çanta mı dediniz?
Olmaz mı!


En alasından bir Chanel çanta işte..
Kese kağıdından, ama olsun. İnsanın içindeki sahip olma arzusu ölmesin yeter ki...
İşte o zaman nasıl da yaratıcı olabiliniyor. Hayran oldum doğrusu.

Sienna Miller ve askeri moda trendi



Sienna Miller, 'G.I Joe: The Rise of Cobra' filminin basın tanımı için Londra-HMS Belfast'a gitti.
Sanırım tanıtım gereği Sienna Miller ve beraberindekiler Thames Nehri'ni zodyak botla geçerek, tanıtımın yapılacağı mekana gitmiş. Bu sırada da fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere epey ıslanmışlar.
Sinna Miller'a military kıyafetler süper olmuş bence..






24 Temmuz 2009 Cuma

Karşılıklı yokediş!


'Sadece en iyi arkadaşların kavga ettiğini söylerler.

Ama günün sonunda kavga, iki insanın egoları arasında dövüştür.

Çünkü insanlar, dürüst olarak birbirini anlayamaz.

Tüm hayatnı incinmeden yaşamak imkansız olabilir ama

sana yakın olan kimseleri incitme.

Ya da öyle düşünmüştüm'


İş arkadaşlarımın 4/3'ü beni sevmez.

Oysa 28 yılı hep sevilen en azından 'zararsız' bulunup, pek bulaşanı-sataşanı

olmayan bir insan olarak yaşamayı başardım. Peki 1 yılda işleri nasıl bu hale soktum acaba?

İlki. İş değiştirdim.
Yeni insanlar yeni yaklaşımlar demekti. Heralde ben pek yaklaşamadım.

İkincisi. Çok kadınla çalışmak.

Sanırım günün yarısını hepimiz kardeşiz modunda geçirip, günün diğer yarısını sırtımızın arkasında taşıdığımız hançerleri birbirime saplamak için diş biliyoruz. Malesef kadınlara özgü bir ikiyüzlülük. Darılmaca, gücenmece yok.

Üçüncüsü. 'Herkes özünde iyidir' kuralından yola çıkarak, yapılanlara-söylenenlere uzun süre müsama gösterip, deyim yerindeyse rengimi belli etmeyip, kesin tavır oluşturamam.

Kendime karşı yeterince eleştirel oldum sanırım.

En son ilkokulda bir arkadaşımla küstüğümü hatırlıyorum.

Bi de şimdi. Komik gerçekten.

Yolda karşılaşıp kafaları çevirmek, hatta aynı alışveriş merkezinin kapısıdan arka arkaya girip, güvenlikten birlikte geçip hiç tanışmıyormuş gibi davranmak...

Ne bir 'iyi akşamlar', ne de soğuk bir gülümseme... Sanki hafızalarımızı aldırmış gibiyiz.

Peki hep böyle miydi?

Yok. O kadar karamsar değilim. Böyle değildi, ve gelecekte de böyle olmayacak.

Ayrıca hayatımda ilk kez dedikodusu yapılacak kadar kayda değer bulunuyorum:)


21 Temmuz 2009 Salı

İntikam zamanı!

İntikam soğuk yenen bir yemektir! Ama geç gelen adalet de adalet değildir.
Neyseki kader ağlarını ördü ve O'nu karşıma tam zamanında çıkardı.
Yanlışlıkla yolu masamızın yanına düştüğünde, kurbanımla göz göze geldik. Henüz birbirimizi tanımıyorduk.
Aslında ben onun Halkla İlişkiler Müdürlüğü yaptığı hastanenin kurbanlarından biriydim. Geçtiğimiz ayın sonunda baş ağrısıyla gittiğim o yabancı uyruklu hastane maddi olarak belimi bükmüş, psikolojik olarak beni buhrana sürüklemişti. O yanımdan salına salına geçerken, masamızdan ani bir ses yükseldi. (Ayrıntılar için)

-Tanımadın mı beni??

Sonra öpüşüp selamlaşmalar, hatır sorup hoş beş etmeler.

Bizim arkadaşın okuldan arkadaşı olan zat pek ilgimi çekmedi başta. Tabii çalıştığı yeri duyunca, herşey değişti.

Önce soğuk bir su içtim sonra, adamın başkasıyla sohbete dalmasını fırsat bilip, fısıldadım:

-A.H'de mi çalışıyormuşşşş??
-Evet
-Onlar beni feci kazıklamıştı
-Yaaaa, dur söyleyelim
-Yok yok ben kabalaşırım şimdi (Kardeşim fırsat ayağına gelmiş, ama bak ben hala iyi insan modlarında)
-hu huuu, bak arkadaş sizin hastaneden şikayetçi.
-Öyle mi nedir?
-Ikk, mııık, siz beni... (Kazıkladınız!!!) diyemedim. Çok vaktimi aldınız deyiverdim.
-Hangi şikayetle gitmiştiniz?
-Baş ağrısıyla gittim ama en sonra karaciğer ultrasonu çektiriyordum.
-M. Hanım'a görünmüşsünüzdür, en çok tahlil veren doktorumuz' deyince, başka bir arakdaşta film koptu.
-Siz doktorlarınıza prim mi veriyorsunuz?
-Yooo (Baya bozuldu ama)
-Eee genelde en iyi doktorumuz derler siz, en çok tahlil isteyen dediniz de...
- (Ben de aldım gazı) İnsanların zafiyetinden yararlanıp, sigortalılar nasılsa diye bir sürü test istiyorsunuz
-(Kartını çıkarmaya hazırlanıyordu) Siz bi dahakine bana gelin
-Bir daha oraya geleceğimi sanmıyorun, teşekkür ederim.

Almadım kartını. Ne yapacağım ya onun kartını?? Allah düşürmesin. Önce hastanelerini ticarethane, doktorlarını da tüccarı sanmaktan vazgeçsinler!

-Mış gibi!

İnternette herşeyin bir -mış gibisi var.
İnsanı şaşırtacak, gerçeğe yakın her türlü malzeme sanal alemde ilgiyle izlenir.
Bu da onlardan biri... Ama gerçekten -miş gibi olmayı başarmış.
Haberi okumadan önce videoyu seyredince, ben de görüntünün gerçek bir akvaryuma ait olduğunu düşündüm.
Meğer dev bir sinema ekranıymış.
Sony'nin ultra yüksek çözünürlüklü dijital sinema projektörü 4K SRX'in tanıtımı çerçevesinde yapılan bir etkinlikmiş bu.
Süper olmuş bence, çok beğendim bakmaya doyamadım. Videoyu izleyin derim..

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Ada Vapuru Yandan Çarklı / Heybeliada


Kız kıza bir deniz gezmesi için günlerdir hazırlıktaydım.
Daha iyi bir zamanlama olamazdı.
Denize gitmek için İstanbul'un en sıcak gününü seçmiştik.
Biz durumun farkına sonra vardık ama, Pazar günü, İstanbul'un yarısı bizle birlikte ada vapuruna aktı.
Demek herkes yüzmek istiyordu!!
Tüm gözler M.'nin hamile göbeğine kilitlenmişken, tıklım tıklım vapurda, yer bulmak zor olmadı. Şefkatli bakışlar gün boyu bizimle birlikteydi.
İnsanların hamile kadınlara karşı gösterdiği nezaket inanılmaz gerçekten.
Zaman zaman 3 kişi olduğumuzu unutsak da sağ salim gideceğimiz yere vardık.

Gerçi yolda gideceğimiz plaj konusunda fikir değiştirdik, fotoğraflarından daha güzel olabileceğine karar verdiğimiz Ada Beach'e gittik.

Küçük bir takayla tıngır mıngır yola koyulduk. Heybeliada iskelesinden plaja gitmek yaklaşık 15 dakika sürdü.

Büyük tekneyi beklemek yerine takaya binmek kalabalıktan sıyrılmak için güzel bir yol oldu.

Böylece iskele üzerinde halk plajı manzaralı iki şezlongun sahibi olduk.

Karşı iskelede kıyamet kopuyordu. Yığınla erkek iskeleden atlıyor aynı hızla geri çıkıp tekrar atlıyordu. Bu döngü gün boyu sürdü. Top oynayanlar hiç durmadı, yüzmeyi öğrenmeye heveslilerin çabası ve sulu şakalar hiç bitmedi.



Karşı taraftaki halk plajındaki coşkunun yanında bizim 'beach'de sükünet hakimdi.
Sessizlik demiyorum, çünkü müzik ve car car bağıran DJ kız, varlığını devamlı hissettirdi.

Ama denizin ince ipler ve ağlarla ayrılmış diğer tarafını paylaşan müşteriler olarak, biz, sadece güneşlendik diyebilirim. Zaten bir süre sonra karşı tarafın çılgın gençleri bizim küçük deniz havuzumuza kaydı.

Deniz kirliydi. Dardı, sığdı, sıkıcıydı. Ve bol yosunlu....

Muhabbet tatlıydı ama güneş yakıcıydı. Bronzluğuma bronzluk katıp, işyerinde havamı katmerleyeceğimi hayal etmek yakıcılığı hafifletti:)

Ben, M. ve karnında doğacağı günü bekleyen Ecem, hassas bünyelere zararlı, bizim gibi rahat mizaçlıların ise 'bana mısın demeyeceği' bir gün geçrdik.

Bir sonraki adresimiz Büyükada olacak. Daha deneyimli birer plaj insanı olarak, bu kez mükemmele ulaşacağımıza inanıyorum:)

16 Temmuz 2009 Perşembe

Kır Düğünü


Kesinlikle ilham veren Avustralya'da gerçek bir kır düğünü...
Düğün şirin bir kasabada, gün batımında tertiplenmiş. Gelin, damat, bahçe düzeni, fotoğraflardaki ışık, herşey vintage... Gelin hanım nostaljik bir hava yaratmak istemiş ve başarmış.



Gelinlik, Hanna Kossowska tasarımı, elbisenin altına seçilen ayakkabılar ise Edward Meller marka. Ayakkabıların mavi çiçeklerden hazırlanmış büyük buketle uyumu harika bence.



Fotoğraflara doyamayanlar, düğünle ilgi ayrıntılı bilgilere buradan ulaşabilir.

Kadınlar Ne İster?

Haberin başlığı bu; KADINLAR NE İSTER?
Üstünde de kırmızı harflerle 'BİLİMSEL OLARAK AÇIKLANDI' diyor.
'Bulmuşlar mı sonunda ne istediğimizi' deyip, hemen tıkladım hevesle.
Yani ben bilemedim bugüne kadar kadın olarak ne istediğimi.

Edinburgh Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Prof. Dr. Richard Wiseman, araştırma sonucunda erkeklere 10 öneride bulunyor. Şöyle ki;

1 - Sevgilinizin gözünü kapatın ve ona bir sürpriz gösterin.
2- Ona söylemeden bir haftasonu şehir dışında plan yapın.
3- Ona şarkı ya da şiir yazın.
4- Ona hayatınızda karşısına çıkan en güzel ve mükemmel kadın olduğunu söyleyin.
5- İşten yorgun argın geldiğinde, ona sıcak bir banyo hazırlayın.
6- Evin bazı yerlerine onun görebileceği şekilde aşk mesajları yazın.
7- Bir haftasonu yatağına kahvaltı götürün.
8- Hava soğuk olduğunda, ceketinizi verin.
9- Ofisine çiçek gönderin.
10- Sevdiği şarkılardan bir CD hazırlayın.

Profesör iyi buyurmuş ama bilmediğimiz birşey söylememiş.
Yani bunları yapan erkek vardır mutlaka ama gel zaman git zaman bu bilindik formüllere rağmen neden çözülememiş bu yaman soru.
Eyvallah! Bunları yapan erkek güzeldir, sevilesidir.
Ama, biz kadınlar bunları mı isteriz yani.
Fix menü gibi bişeyiz o zaman.
Gerçekten böyle olsaydı erkek kısmısının işi kolay olurdu.
Bu şekilde düşünenlere kötü haberi ben vereyim istedim; Arkadaşım, kandırıyorlar sizi, yemeyin bu formülleri.
Bakın şöyle bir sevdiceğinize dikkatli dikkatli... Ne yer ne içer, nasıl oturur kalkar, saçını nasıl toplar? Her kadın başkadır yahu! Öyle 'bunları bunları yap, olur bu iş' diye bişey yok.


Hem bana sorsalar ben o listeyi 3'e katlar 5'le çarpardım. Ama yine de kendimi ne istediği bilen bir KADIN olarak tanımlamazdım.


Çetrefilli konu velhasıl!

14 Temmuz 2009 Salı

Tatil sarhoşluğu!

Aaah aah...
Burnumda hala tatlı güneş kremi kokusu, tenimde
tuzlu tuzlu esen rüzgarın serinliği var.
İstanbul'da bu hissi daha ne kadar muhafaza edebirim acaba?
Bir gün belki iki gün daha...
Tatil sarhoşuyum açıkçası.
Kaş'taki günlük alışkanlıklarımı sürdürmeye çalışıp, sarsaklıyorum desem yeridir.
Bilgisayardan uzak durmak, deli gibi kitap okumak gibi... Tabii bunlar kolay olanı.
Denize girme dürtüsünü bastırmak ise haftasonuna kalıyor.
İşte fotoğraflı kısa bir tatil özeti. Tavsiyem sevmediğiniz insanlara sakın ola
Kaş'tan bahsetmeyin. Ne kadar az sevimsiz bilirse o kadar iyi!

(Fotoların büyük halleri için click)

Kaş'ın simgesi kaya ve kral mezarları... Dağ taş dememiş oymuş abiler,
işin tuhafı ilçenin göbeğinde bile var bu heybetli mezarlardın...
(Tabii getirip koymuş olabilirler de sonradan)

Kaş'ta Kekova turuna çıkanların uğradıkları Simana yani Kaleköy...
Dar sokaklara kurulmuş evler, merdiven halinde yükseliyor.
Genel bir fotoğraf çekememişim, sorry!
Çok şirin pansiyonlar var.

Sanatsal çabalarımı dikkate almayın:)
Bu makineyle yapılacak iş değildi ama...

İşte o pansiyonlardan biri...


Tatilin ikinci günü sea kayak yaptık.
'Kanolarla batık kentin üzerinden geçmek
harika idi' dicem, diyemiyorum
çünkü tam o aşamada rahatsızlanıp yarıda kestim turu.
Zaten kavga gürültü kürek çekiyorduk:)



Kaş'ta çarşı pazar...

Çok güzel dükkanlar var ilçede.

Özellikle antika ve takı dükkanlarına mest oldum.


Kaş'ın havasına suyuna, denizine doğasına,
barlarına, restoranlarına tapabilirsiniz
Bir de kedi ve köpekleri var tabii...


6 Temmuz 2009 Pazartesi

Dünyanın en güzel yeri mi desem....
İşte ben ordayım şu an:)


'Keşke' dememek için aldım seni yanıma bilgisayarım.

'Keşkelerle' aram hiç iyi değil. Hele bu aralar hiç tahammülüm yok pişmanlıklara, hayıflanmalara.

Yanımdayken sana kul köle olacağımı düşündüm. Belki de tatilimi mahvedecektin.
Büyük riskti bu açıkçası. Ama yanıldım. YANILDIN. Ben o çılgın noktada değilmişim onu anladım.

Masmavi deniz dururken karşımda kapansaydım odama, İstanbul'a dönünce ilk işim tedavi olmak için uygun bir merkez aramaya başlamak olacaktı.

Efendim, bu satırları hafif yanmış tenim, gerilmiş yüzüm, ıslak saçlarım ve üstümdeki mahoş yorgunlukla, akşam yemeğine kadar sahip olduğum kısacık sürede yazıyorum.

Şu ömrü hayatımda beni en mutlu eden mekanda, Kaş'tayım... Buraya ilk geldiğim yılı asla unutamam. Zorlu bir yolculuktan sonra kendimi cennette bulmuş gibi hissetmiştim. Hayatımın en güzel tatillerinden biriydi.

Sonra sevdicekle birlikte geldik. Ve 3 yıl sonra evli bir çift olarak yine burdayız.

Kaş yine güzel, yine keyifli. Ama değişmiyor, kirletilmiyor desem yalanın alasını söylemiş olurum.

İlçeye girer girmez bir inşaat karşıladı bizi.

Deniz doldurulmuş, yeni bir marina inşa ediliyor.

Ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da, şu gerçeği kabullenmeliyim ki; DENİZ KİRLETİLMİŞ.

Herşeye rağmen Türkiye'nin en güzel sahili, en keyifli yolları, en şahane koyları burada.

Ama ne kadar daha böyle kalır bilmem.

Tatilde olduğum için- bu cümleyi zevkle yazıyorum- bloguma gerekli ilgiyi gösteremeyeceğim. Artık kusuruma bakmazsınız.

Sevgiler...

Not: Esnaf da sahtekar olmuş! :( Taksiciler burada da kazıkladı.