30 Haziran 2009 Salı

Kedi sevdası!


Atsam atamam, satsam satamam.
Ne yapacam ben bu zat-ı muhterem ile.
Eee sevdik bir kere, gönül verdik. Orası tas tamam.
Ama bu kadar zıt olunmaz kı..
'Ben gelecek, yatırım, para, ev' diyorum. O, 'kediiii' diyor.
Ben 'tatil'diyorum. O yine 'kediiii' diyor.
Ben 'evimiz müsait değil', 'yeni ev' diyorum. O hala 'kedi' diyor.
İki yıldır direniyorum.
Isararla bu evlilikte, 'en tüylüsünden bir üçüncü gerek' diyor. 'Hazır değilim' diyorum, anlamıyor. Yani bu kedi sevdası hiç bitmiyor.
Tamam ben de seviyorum, o küçük tüylü şeyleri...
Ama öyle ki, sanki kedi eve gelecek ben gidecekmişim gibi hissediyorum.
Onlar böyle bir sevgili bir sevgili olacaklar, ben ezik ezik oturacam.
Tv izlerken kediyi sevecek. Eve gitmek için kediyi bahane edecek. Ya oyun konsollarıyla oynayacak, ya da kedisini sevecek.
Kedi de onu sevecek zaten.
Kendimi çocuğuna evcil hayvan aldırmayan gaddar ebeveynler gibi hissediyorum bir yandan. Halbu ki ben çok kızardım öylelerine..
Diğer yandan ne kadar dirensem de kaçınılmaz sona yaklaştık sanırım.
Ya ben ne yapcam ya? Ya kedi sevmez ise beni. Evi de sahiplenir o şimdi!!

Emma Watson, yıkıl karşımdan!


Şimdi Harry Potter hayranı bir sevdicekle birlikte yaşayan biri olarak serinin bir filmini izlemediğimi ve kitabını dahi okumadığımı utanarak itiraf ediyorum.

Aaaaa, durun bir dakika birini seyretmiştim. 5. filmdi galiba, Kanyon'da galası vardı. Filmin bazı oyuncuları da gelmişti. Çoluk çocuk tepiş tepiş, çığlık çığlığa.. Ne olduğunu anlamamıştım. Biraz Fransız kalmıştım. Hatta kendimi Müslüm Gürses konserine giden bir Fransız gibi hissetmiştim. O kadar yani.
Pek de bişey anlamamıştım filmden. Ama sevdicek dedi ki, 'şu Hermione var ya, bak dikkat et bu kız büyüyünce çok güzel kız olacak'!



Sinir oldum işte ben kıza,, gel zaman git zaman, karşıma her çıktığında 'amaaan bu ne ya Keira Knightley çakması işte' dedim durdum.

Ama malesef, zaman sevdiceği haklı çıkardı.

Emma Watson, 19 yaşındaki bir kız için oturaklı, aklı başında ve hayli 'güzel' bir kıza dönüşmüş.





Son olarak ELLE dergisinin kapağını O süslüyor. Ve ben artık hor görüp, tü kaka etmek yerine takdir ediyorum arkadaşı. Güzel ve farklı fotoğraflar olmuş. Aslında fotoğraflar çok özel değil ama Emma Watson, her zamanki hallerinden çok farklı görünüyor.

Burberry'nin yeni yüzü olarak karşımıza çıkan karelerde bu kadar iddialı görünmüyordu.

Gerçi çok da iddiası yokmuş. Okuyacakmış. Parada pulda, hele hele daha fazla şöhret olmakta gözü yokmuş!!! Aferin kıza..

28 Haziran 2009 Pazar

Michael Jackson

Vaaaay beee o da öldü heeee... İnanılmaz.

Eeee insanın doğasında var. Doğarız, büyürüz ve ölürüz.

En büyük yanılgı, büyük yıldızların hiç ölmeyeceğini düşünmektir.
Haliyle onlar da ölüyor. Çoğu zaman ani ve sıradan şekilde.
Beni sıradanlığı mı şaşırttı bu ölümün bilmiyorum ama bir yıldızın önce parlaklığını yitirmesi, sonra yalnızlığa gömülmesi ve ardından ölüm haberinin gelmesi hepten trajik oldu.




Ben Michael Jackson'ın yeniden parladığı bir döneme şahit olacağımı hayal ediyordum.

O da kendi adına bunu planlıyordu. Yoksa jübilesi için 50 konserlik bir turne tertiplemez, o ilaçlara da ihtiyaç duymazdı.

Yeni nesile iyi mesajlar bırakamadan göçtü bu dünyadan.

Geride büyük prodüksiyonlu video klipler, efsane olmuş bir dans -moonwalk- ve müthiş sahne kostümleri kaldı.

Şimdi kliplerini izlerken, 'vaay bee süpermiş' diyorum. Sahnede ne kadar güçlü ve kendinden emin. Ne yazık ki son yıllarda pek öyle görünmüyordu.
Kıssadan hisse;
Ben hangi yılda olursak olalım, karşıma çıkan Michael Jackson kliplerine sanki ilk kez izliyormuş gibi pür dikkat kesileleceğime eminim.

21 Haziran 2009 Pazar

Önce SAĞLIK!


Öfkem dindi, sağlığım yerine geldi.

Artık yazabilirim.

Hemen söylemeliyim ki, öfkeli olduğum için sağlıksız değildim.

Sağlığıma kavuşmak isterken öfkelendim.

Neredeyse, baş ağrısıyla hastaneye gidip, amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenen biri olacağımı düşünmeye başlamaştım.

Bu his bir cumartesi günü tam 4 saat, + 2 tam gün sürdü.
Hiç geçmeyen bir baş ağrısı ne olabiridi? Migren ya da daha tehlikeli bir şeyler?
Durumu ciddiye alıp, ismi lazım değil, o özel hastaneye gittim.
4 doktor gördüm. Nöroloji, kulak-burun-boğaz, göz ve iç hastalıkları...
Doktorların tümü ilgiliydi.
Biri hariç, o beni gereksiz bulmuştu.
Bence haklıydı. İşte o zaman sinir olmaya başladım.
Tomografi çektirdim. Kan testleri yaptırdım. Göz alan taraması yaptırdım.
Peki bu karaciğer işi nereden çıktı?
Her doktor için ayrı ücret, sigortamın reddettiği testler için ayrıca bir ton para ödedim.

Baş ağrısıyla gidip, Hepatit B testi ya da şeker testi yaptıran kaç hasta vardır?

İşte o yüzden beni en son gören iç hastalıklar uzmanı doktor, gereksiz olduğumu hissettirdi.

'Bence birşey yoktur amaaaaa' dedi ve şeker de dahil yaklaşık 20 tane test ile bir karaciğer ultrasonu istedi.
Birşeyler yanlıştı ama hasta olan herkes gibi savunmasız, 'ya birşey varsa, diğer doktor rengimin anormal olduğunu söyledi. Gidip yaptırmalıyım' dedim.
O cumartesi günü, o büyük, lüks hastanede oradan oraya koşturdum.
Randevularım birbirine çakıştı. Tomografi için iki saat beklemek zorunda kaldım. En önemlisi çok endişelendim. Korktum.

Teşhisi kulak burun boğaz doktoru koydu; Sinüzit...

İki gün sonra da karaciğerimle ilgili endişelerim son buldu. Doktora telefonla ulaştım, -ki zaten kendisi gelmeme gerek olmadığını söylemişti?!
Herşey normaldi. Sonuçlarda bir olumsuzluk yoktu. Kullandığım ağrı kesiciler, karaciğeri olumsuz etkilemiş. Yani geçici birşey... Sevindim. Sağlıklıyım.
Ama sanki baya bir kazıklandım. İşte öfkemin nedeni. Büyük ihtimalle sigortanın da kara listesine girmişimdir. 'Parayı düşünme, herşeyin temiz çıktığına sevin' diyor sevgili eş, haklı da..
Ne demişler ÖNCE SAĞLIK!
Bu kısmı doğru ama bile bile sömürülmek, en savunmasız, en endişeli anında sırf sigorta ödeyecek diye gereksiz testlerden geçirilmek... İşte hazmedemediğim bu!

Dünya tersine dönse...

Bir iş kadını ve bir ev adamı...
İşte 'dünya tersine dönse ancak böyle olur' dedirtecek türden fotoğraflar...
Kendini işine adamış bir kadın ve ev işleri ile çocukların bakımını üstlenen bir erkek.
Hangisinin işi daha zor acaba?
Cevap belli aslında ama neyse...

Milla Jovovich ve Chris North, Harper´s Bazaar için bu aileyi yaratmış. Komik ve ironik bir çalışma olmuş bence...

Bazılarının bu fotoğraflara bakarken içinin yağları eriyebilir:)








Fotoğraflar: trendy

11 Haziran 2009 Perşembe

Güzel anlarım Part I
Alaska Frigolu mutluluk


Hep kötü şeyler yazdığımı fark ettim.
Halbuki iyi şeyler de oluyor.
En küçüğüyle başlıyorum.
Baş ağrısıyla kıvranıp, kendimi açlığın kollarına atmışken, alaska frigoooo sesiyle irkildim.
Sadece ben değil, sevgili de dondu kaldı.
TV'nin sesini kıstık. İkimizde duyduğumuz şeyden emin olmaya çalıştık.
Gerçekti.
Alaska Frigocuuu evin önünden geçiyordu.
O ona kadar hiç birşey yiyecek halim yoktu.
Ama alaska frigoydu bu. Bu fırsatı kaçıramazdım.
Kalkmış bizim evin önüne kadar gelmiş.
Geri çevirmek olmaz. Çıktık cama, 'kardeş bize iki tane dedik'.
Neyse geldi alaskalar, bi heyecanla açtım.
Sonra benim sevgili kocam, durdu ve bombayı patlattı; 'Ya içine ilaç katıp, bizi uyutacaklarsa!' Valla aynen böyle dedi.
Ben de kala kaldım bir süre, sonra 'yok canım' filan dedim ama, bi yandan da 'harbi olur mu olur diye' geçirdim içimden.
O düşünürken ben yemeğe başladım.
Fedakar insan, evinin erkeği, kalbimin sahibi, bizi korumak için yemedi alaskasını attı buzdolabına, 'ben de yarın yerim' dedi.
Onu da ben yiyeceğim bugün. Haaa haaaaaayt!

10 Haziran 2009 Çarşamba

Beynim zonk zonk zonkluyor!


Daha önce hiç bu kadar kötüsü olmamıştı...
Sabah gözlerini açmak ve ilk hissettiğinin baş ağrısı olması.
Güne hiç iyi bir başlangıç değildi.
Ama sadece bir gün bu şekilde uyansaydım, belki şimdi neşeli bir şekilde kötü bir günü nasıl sonlandırdığımı anlatırdım.
Malesef öyle olmadı.
Bir gün, sonra bir gün daha, sonra birgün daha..
Haftasonunu rezil eden baş ağrısı hala sürüyor desem.
Önce havadan dedim, sonra klima çarptı heralde dedim. Yok yok kesin üşüttün dedi çevremdekiler de.
Hangisi oldu bilmiyorum ama dün akşam soluğu acil serviste aldık.
Doktor birşey yapamadı. Aldığım ağrı kesiciye devam etmemi ve şikayetlerimin devam etmesi halinde iş saatleri içinde bir nöroloğa görünmemi tavsiye etti.
Ben çok ilaç kullanan bir insan değilim. Hatta nefret ederim. Ayrıca hastanelerle ve doktorlarla aram iyi değil. Ama artık boynumdan başlayan ve başıma vuran şiddetli ağrının durmasını istiyorum.
Size bu satırları da ağrı kesicinin etkisini göstermeye başladığı bir aralıkta yazıyorum.
Oysa yapacak ne çok şey var.
Hava güzel, insanlar neşeli.
Ben ise, işe hergün çatık kaşlarım, kat kat giyisilerim ve ağrı kesicimle gidiyorum.
Biri durdursun lütfen bu acıyı!

5 Haziran 2009 Cuma

Şikayetim var hakim bey!


Kocam olacak adam beni çok mutlu ediyor. Hediyeler alır, sürprizler yapar.
Ama bir konuda beni kandırıyor, oyalıyor, damarıma basıyor...
Her genç kızın rüyası tek taş pırlanta yüzüğü çok görüyor bana.

Ben böyle şeylerin merak-sızı 'cool' bir kız iken, 'tek taşımı kendim alırım' demedim, daha da kötüsü 'tek taş da neymiş sevmem öyle şeyleri ben' dedim.
Sorarım sana hakim bey, şu kadının dünyası genişlemez, ufku hiç açılmaz mı?
Önceleri pembeden hoşlanmayan, topuklu ayakkabı giyinmeyen, etek nedir bilmeyen ben, hele bakın ne haldeyim.

Kuyumcu dükkanlarının vitrinlerinde salyalarını toplamaya çalışan kadınları gördükçe 'ıııyyy' diyen ben bir tek taş için ne hale düştüm.

Gel gör ki hakim bey düşenin dostu olmazmış..

Şimdi bu kocam olacak adam var ya, her bahsi bu küçücük şey üzerinden yürütüyor.

PlayStation karşılığında bu romantik küçük şey için iddiaya girilir mi?

Bu iki şey hiç yan yana gelebilir mi?

Cimri desem cimri değil, takoz desem takoz değil, nedir derdi bu adamın derim dururum çoktandır.

Sordum kendisine, dediki: 'o küçücük taşlar, Afrika'da çocukların yaşımına mal oluyor, orası için elmasın/pırlantanın anlamı savaş, yıkım ve yoksulluk demek.'

O beni başından savmak için mi böyle söyledi bilmem ama, ben kadınlığı bir yere bıraktım. Döndüm sordum kendime; bu gerçeği inkar edebilir misin diye.
Edemedim hakim bey.
İşte kocam olacak bu adam azcık kaprisi böyle tıktı boğazıma.

Tek taş hayali düğüm oldu böğrümde! Şimdi takabilir miyim bile bile??




Ne hissettiğimi daha iyi anlamak için bunu da okuyuyabilirsiniz.

4 Haziran 2009 Perşembe

Vogue/ The Wedding Party


Bayıldım bu fotoğraflara... Çok şeker bir çalışma olmuş. Amerikan Vogue'un Haziran sayısında yer alan fotoğraflar, Arthur Elgort'un imzasını taşıyor. Mankenler ise Irina Kulikova ve Sasha Pivovarova.
Alttaki resimde zıplayan beyefendi güzeller gülezi Sasha Pivovarova'nın kocasıymış. Şahane çift olmuşlar doğrusu:)


Bu fotoğraflar vintage şapka takmak arzumu kamçılıyor!

Kaynak / fotoğraflar: fashionisspinach.com

Happy Birthday to Me!


Huge* İngilizce'de en sevdiğim kelime....
Şu anda beni tanımlıyor.
30, yuvarlak, tombul, büyük bir rakam. İşte yeni yaşım.
Aslında dolu dolu 29 oldum ama 30'a adım atmak bile yeterince ürkünç.
Sakın yaş kompleksine filan girdiğimi düşünmeyin. Sadece beni tanımlayan sıfatlar arasında yakında çokça telafuz edeceğim bu rakama alışmaya çalışıyorum. Çünkü fark ettim ki, ben 28'de takılı kalmışım. En son alışveriş sırasında öğrenci olup olmadığımı soran tezgahtara -indirim yapacaktı da- 'ben senin sandığın kadar genç değilim' dedim, arkasından 28 yaşındayım diye ekledim. Nasıl yalan! İnsan doğum gününden bir gün önce bulunduğu yaşı unutur mu hiç.
Neyse bu kocaman rakam, gözümü biraz korkuttu başta.
Ama şimdi düşünüyorum da, 20 yaşındayken, bu yaşıma geldiğimde çok faklı olacağımı düşünüyordum.
Hiç de öyle olmadı. Sanki aynı kaldım. Belki biraz daha bilgiç çıkıyorum resimlerde.
Aynı saf gözlerle bakmıyorum belki çevreme, ama çoğunlukla hala çocuk gibi davranıyorum.
Hala aynı ses, bu kez bir sokak ötemdeki evinden, telefonla bana, akşam yemek yiyip yemediğimi soruyor. Havaya aldanıp ince giyinmem gerektiğini tembihliyor.
Biricik annem 30 yıl önce dünyaya getirdiği kızının çocuk ruhumu okşayacak ilgiyi hiç elden bırakmadı.
Varsın siz şımarıklık deyin. Ben hayatımdan memnunum.

1 Haziran 2009 Pazartesi

Chanel Spring09 / aksesuar











Fotoğraflar: Trendy

Örgülü saçlar!

Şu sıralar, saç modelleri arasında en beğendim şey örgülü saçlar.

Eskiden örgü deyince tüylerim diken diken olurdu. Nedense hep okul gelirdi aklıma, pek havalı birşey değildi yani örgülü saçlarla dolaşmak.

Ama artık o kadar güzel şeyler uyguluyorlar ki saçlarda çıldırasım geliyor.

Basit salaş bir saç örgüsüyle bile çok hoş görünebiliyor insan.

Ünlüler dünyasında da kıymeti günden güne artıyor örgünün!



Fotoğraflar arasında Sienna Miller'ın helenistik tarzda örülmüş saçları ile Drew Barrymore'un örgülü topuzu favorilerim.