30 Ağustos 2009 Pazar

At, avrat, Xbox!


Eyyy, eve gider gitmez kendini oyun konsolunun kucağına atan erkek nesli, bu yazıyı sen de oku. Çünkü, sizin türünüzün nadide bir parçası benim evimde hergün katliam yapıyor.
Sanal alemin en yırıcı hayvanı O..
O bir romantizim düşmanı.
Ve duyarsızlık denizinde yolunu kaybetmiş bir halde, hala PS 3 ister durur benden.
Nikah başvurularında istenen bir sürü gereksiz belge bir kenara atılarak, tez zamanda erkekleri teste tabii tutan bir kanun çıkarılmalı.
Testin amacı koca adayının bilgisayar oyunlarına tutkusunu ölçmek.
Oyun konsolları ve her türlü donanıma sahip bir bilgisayarın bulunduğu (internet bağlantısı da şart, online oyunlar için) bir odaya atıverirseniz erkeğinizi, 5 dakika sonra gerçeği tüm çıplaklığıyla görürsünüz.
Her kadının evlenmeden önce bunu bilmeye hakkı var. Ben kocamı biliyordum. X box 360'ı bozulduğunda (üç kırmızı mı ne görmüş) yaşadığı paniği görünce, 'eyvay' dedim, 'bu ömür boyu sürecek bir kabus'!

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Renkli mektup kartları / kartpostallar

İnternetten mail yollamak varken, artık kimse mektup ya da tebrik kartı atmıyor.
Ama insanın duygularını veya dileklerini kendi el yazısıyla iletmesi kadar güzel birşey var mı? Bu fikir gittikçe romantik geliyor, biliyorum.
Ben arkadaşlarımın yazdığı mektupları ya da kartları halen saklıyorum. (Özellikle renkli yılbaşı kartlarını. Hatta bir koleksiyonum bile var)
Peki, mail box'ıma asla silmeyeceğimi düşdüğüm kaç ileti var acaba? Var tabii silmediklerim, ama onlar eskimiyor, onlara dokunamıyorum ve koklayamıyorum. Sadece dijital bir tarih bana zamanın geçtiğini gösteriyor.
Bu kartları etsy'den buldum. En üsteki mavi olana dikkatle bakınca bizim eski bol sıfırlı paralarımızdan birine rastladım. Hoşuma gitti doğrusu:)





Kate Moss / Topshop


Top modellikten sonra işin yaratıcı yönünü keşfeden Kate Moss tasarımcılığa iyiden iyiye ısınmış... Topshop'un sonbahar/kış koleksiyonunda yine onun tasarımlarından oluşan bir parçalar yer alıyor.

Ve yine kıyafetlerin yaratıcısı kamera karşısında hünerlerini sergilemiş.

Buyrun efendim, takdir sizin...



Ve diğer parçalar....

Fotoğraflar: Dailymail

21 Ağustos 2009 Cuma

Yorumları uçurdum galiba..

Sabah ilk işim bloguma bakmak oluyor.
Bu sabah da öyle yaptım.
Ama yorumları sildim kabul etmek yerine sanırım.
Uyku sersemi naptığımın farkında değilim açıkçası.
Sorry!!! Aman ya sizi sabote etmiyorum yani yanlış anlaşılmasın:(

20 Ağustos 2009 Perşembe

Kristen Stewart


Ahaaa işte Bella Swan bakışı... Alık alık bakıyor. Yesem mi yemesem mi, öpsem mi öpmesem mi, kussam mı kusmasam mı. Kızın bakışında böyle bir kararsızlık durumu var yani. Film boyunca da böyleydi zaten.
Ay ben çekemiyormuyum ne?
Olabilir tabii.

Miss Bella Swan yani Kristen Stewart, Dazed and Confused'a röportaj vermiş.
Twillight'ın ardından paparazzileri peşinden koşturan gerçek bir 'ünlü' olduğunu anlıyoruz kendisinin. Onu arayanlar yerini Twitter'dan buluveriyormuş hemencecik.
Röportaja buradan ulaşabilirsiniz.



Bu daha doğal hali.. Şapkasını beğendim.
Benim olsun o zaman!


18 Ağustos 2009 Salı

Öküz taksici ve hıyar simitçiye....


Umarım bana ettiklerinizi birbir bulursunuz.

Sizi Allah'a havale etmeden önce şöyle okkalı bir küfür sallayıp, fazladan verdiğim 1 YTL'yi haram zıkkım ediyorum.

Taksiciler konusundaki talihsizliğimi bilen bilir.

Hiç anlaşamayız biz... Taksici milleti ve ben asla ama asla yan yana gelmemeliyiz.

Diyeceksiniz ki, 'binme kardeşim o zaman taksiye'!
Ben de meraklı değilim, tanımadığım heriflerin otomobiline binip ondan sonra olmayacak terbiyesizliklere maruz kalmaya.

Ama uyku efendim, uyku... Servise yetişmek için bazı günler atlıyıveriyorum taksiye, sonra şaftım kayıyor. Tüm güne yayılan bir baş ağrısının kaynağı bu taksici milleti.

Bugün de öyle oldu.

Güzergahımız, Şişli-harbiye...

Kısacık yol, ben de farkındayım. Ama o ağız burun kıvıram taksici efendi, kısacık mesafede 4 milyonu cebine atmayı garantiliyor.
Şanslıysa ben servisi kaçırıyorum. Taksim'e kadar devam ediyoruz.

Neyse, bugün yakaladık servisi.

Baktım bizim servis hareket etmek üzere, haliyle acele ediyorum. Sevmem ben insanları bekletmeyi.

Uzattım 20 YTL'yi... 'Bozuğum yok' dedi.

Hemen bir simitçi vardı yanımızda.
'20 TL bozar mısın' dedik, 'yok bozuğum' dedi.
Bok yok. Yalancı.
'İki simit alayım' o zaman dedim. Yine 'yok' dedi.
Yalan söylüyor.
Adam sabahları tıkır tıkır iş yapıyor. Hergün görüyorum.

Taksiciye döndüm, 'eee bozdur bir yerlerden servisi kaçırıcam' diyorum.

Adam kıçını oynatmıyor. Bir de yüksek perdeden bir ses tonuyla, 'bana ne senin paranı bozmak benim görevim mi' diyor.

Eyyyy, 20 TL'ye, 50 TL muamelesi yapan kazma insan, sen ne işe yararsın o zaman.

'Al paranı çek git' dedi sonra bana... 'Komiksin' diyecektim, demedim. Aldım parayı bir hışımla, başladım yürümeye aşağı doğru. 50 metre sonra bir kuruyemişçi vardı. Parayı bozsun diye bir kutu kola aldım. Geri döndüğümde benim artist taksicim yoktu.

'Vaaay be adama bak, parayı almadan gitti' diyecekseniz, beş kardeş geliyor haberiniz olsun.

Tabi ki aldı parasını, tersi mümkün mü? Bizim servis şoförü 5 tl vermiş ona, o da basmış gitmiş. Sabah sabah sinirimi burnuma getirmesinin üstüne 1 tl'mi iç edip, bana asla içmeyeceğim bir kutu kola için para harcattı.

Servise binerken simitçi hala yemin ediyordu, 'valla yoktu bozuk, bıdı bıdııı...'

Yerim senin yalanını.

Haftaya 50 tl ile bir simit almazsam senden ne olayım. Hadi bakalım!

Kate Spade



Romantik, sofistike ve eğlenceli.
Şimdi bu kavramlar, bu kıyafetleri, çanta ve diğer aksesuarları tanımlamak için yeterli olur mu bilmiyorum ama Kate Spade almış yürümüş yani.

Fiyatları için de aynı şeyi söyleyebilirim (Bknz). Kısacası ağlamak istiyorum.



İlham alın!


Ben bu fotoğraflardan alacağımı aldım.
Beyaz duvarlar, beyaz tahta zemin ve çeşit çeşit renkli obje.. Minderler, tablolar, kitaplar, perdeler..
Şirin yahuuu!






Kaynak: sasaantic

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Sersem sersem yollarda....


Çoğu sabah, yüzümdeki yastık iziyle atıyorum kendimi sokağa...

Asla gerektiği saatte uyanıp, güne dinç ve her şeye hazırlıklı halde başlayamıyorum.

Sürüne sürüne banyoya gidip, ayılmak için gerekli miktarda suyu yüzüme çarpıyorum.

Ama nafile!

Sonra alelacele üstümü giyinip, çabuk bir makyaj yapıyorum.

Yataktan kalkmamla, kendimi sokağa atmam arasındaki süre bu kadar kısa olunca bazı algı bozuklukları da yaşıyorum haliyle...

Ama sanki yolda karşılaştığım simitçi, kahveci, gazozcu da (misal) aynı durumda. Bakışlar ebleh ebleh, 'günaydın' derken ağır çekimde konuşuyorlar sanki.

Yani milletçek uykumuzu alamıyormuyuz, ne?

Ben bugün suratımdaki yastık izime ek olarak, kollarımda pikenin pütürlü yüzeyinden bir baskıyla çıktım sokağa. İyi giyinimli, makyajlı ama desenliydim.Farkeden olmadı, çünkü herkes uyuyordu.

11 Ağustos 2009 Salı

Ve Zara Balmain'la tanışır...


İspanyol moda devi Zara'nın bu yıl kimden ilham aldığı belli oldu. Tabi ki Balmain..

Benim duruma itirazım yok, yanlış anlaşılmasın. Bu kış Zara'nın kapısını aşındıracağımız belli oldu işte.

Mutlu olurlar mı sizce?

Ya da şöyle sorayım mutluluğu gerçekten birbirlerinde bulabilirler mi?
Bu hikayede aşk kazandı diyenler de var. Geride İki kırık kalple mutlu olamazlar
diyenler de. Ya da zaten mutlu onlar diyenler de... İkincisi gibi düşünenler intizarcı grup,
-ki bence biraz acımasızlar.
Açıkçası düğünün perde arkası fotoğraflarını görene kadar bu konuda tek kelime etmeye
niyetim yoktu.
Ama şu kot pantolanlu gelin hikayesi hoşuma gitti.
'Aşklarının' meyvesi, bu fotoğraflarda başrölü oynuyor.
İncecik vücutta hafif yuvarlaklaşmış karın, şirin gerçekten.
Garip bir çift onlar... Hayranları ikisini iki kere nikah masasında gördü zaten. Bergüzar,
giyindi giyindi çıkardı gelinlikleri. Birinde yine hamileydi tıpkı şimdi olduğu gibi. İster istemez dizinden etkilenmiş olabilirler mi diye düşünüyor insan. Dizideki aşkı gerçeğe dönüştürmek istemiş olabilirler mi? Belki de bu aşkımız destan olsun arzusunun bir getirisidir. Neden Halit Ergenç evlenmişken, Bergüzar Korel Tan Sağtürk ile nişanlıyken alevlendi bu aşk?
İkisinin eskiye dayanan yakın dostlukları olduğunu bilmeyen mi var?Sanki onlara ekran büyüsü yapıldı. Sevgilii oluuuuuuuuun, aşııııık olsun.. Sen karını aldat. Karnındaki bebeği bile isteme. Biri 1,5 yıllık eşini bıraktı. Diğeri her an evlenebiliriz pozlarında dolaşan nişanlısını. Bunlar böyle sidik yarıştırır bir haldeler ayrıca.. Tan Sağtürk'te evlendi alel acele, o da baba
olacakmış meğerse...
Bütün bunlar bana bu aşkın zorlama olduğu izlenimini verdi.Ama hayat bu tabii, kısmetten ziyade olmaz:)
Gelin ata binmiş ya nasip demiş, kime niyet kime kısmet gibi bir dizi atasözüyle noktalıyorum bu magazinsel yazıyı.
Allah mutlu etsin ne diiiim...



9 Ağustos 2009 Pazar

Mevlana ile Vampirler arasında bir yerdeyim


Şems mi Edward mı?

Ya da ilahi aşk mı, kan emiciler ve kurt adamlarla bezenmiş gotik bir aşk mı?

Son bir aydır bu ikisi arasında gidip geliyorum.

Stephenie Meyer'in Twilight'ı ile Elif Şafak'ın Aşk'ı pek karşılaştırmaya gelmeyecek iki ayrı tür aslında.

Ama ben tatile gidereken bavuluma bu iki kitabı koydum. Önce Aşk bitti, sonra Alacakaranlık.

Alacakaranlık'ın devam kitaplarını almakta da geçikmedim. Yeni Ay'ı 14 saatlik dönüş yolunda bitirdim.

Seri, leblebi gibiydi. Oku geç, oku geç.. Ama sabrımın sınırlarını da zorlamaya başlamıştı.

Keza, kitabın baş kahramanı Bella Swan, gayet sevimsiz bir hatun.

Üçüncü kitabı bitirdiğimde kendimi küfür ederken buldum.

Tatlı, ahlaklı, düşünceli, korumacı, güçlü, zeki vampir Edward'a yapılanlar hoş değildi. Hangi insanoğlu bu duruma düşmeyi hak eder? Hele ki yakışıklı bir vampirsen..
Anladım ki, Edward Bella'yı terk ettiği ve Bella acı çektiği sürece güzel bir hikayeydi bu.

Edward aptal bir aşığa dönüştüğünde, vampirler aleminin yüzkarası oluverdi gözümde.

Şimdi sırada dördüncü kitap, Şafak Vakti var. Ama kitaba başlamakta kararsızım.
Çünkü elimde Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ı da bulunuyor.

Bab-ı Esrar, Mevlanı'nın can dostu Şems'in öldürülmesini konu alan polisiye bir roman.

Vampirler aleminden uzaklaşıp, Konya semalarında mistik bir uçuş yapmaya hazırım.

Biraz daha Şems hayranı olmakta bir sakınca yok sanırım.
PS: Bu arada Twilight'ın filmi gerçekten berbarttı. Filmle ilgili hoşa giden tek nokta, Edward Cullen'ı canlandıran Robert Pattinson oldu kanatimce... Gerçi kitabı okurken hayal ettiğim Edward'dan biraz farklıydı ama napalım buna da razıyız artık.
İşte bu yüzden serinin ikinci filmi olan Yeni Ay'ın posterini gururla sunuyorum.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Rüyalar gerçek olsa....

Rüyalarım öyle pek kayda değer değildir benim.

Çoğunu hatırlamam bile...

Ama bu aralar ciddi fantastik şeyler görmeye başladım.

Geçen hafta büyük, metal bir Ay bizim cama yanaşmıştı. Bizim bildiğimiz Ay gibi değildi.

Sözüm ona, Ay, şu milyonda bir olan, dünyaya en yakın geçişini yapacakmış.

Evde otururken gündüz vakti, birden ortalık kararıyor. Gün geceye dönüyor. Perdeyi açıyorum. Aaaaa, ay bizim cama yanaşmış. Metal yığını kocaman bir şey... Dokunuyorum sadece. Sabah uyandığımda güzel bir his olduğunu hatırlıyorum.

Dün akşam da adını bilmediğim bir Arap ülkesindeydim.

Öğrenci gibi, ama değil sanki. Elimde bir bavul, indim otobüsten hostel benzeri bir yer aramaya başlıyorum kalmak için. Öğrenci evlerinden birine giriyorum. Mekanın sahibi kadın beni birinin yanına yerleştirmeye çalışıyor. 'İki kişi 70 tl'ye kalırsınız' diyor. Yani herşey çok net. Fiyatı pek beğenmiyorum. 50 tl'ye tek başıma kalabileceğim bir yer aramaya gidiyorum.

Bu arada ortam sanki okyanus kıyısında bir kent gibi.. Mas mavi deniz, derin bir vadi. Acayip egzotik. Ev ararken opera binası gibi bir yerin önünden geçiyorum. Sinema ve tiyatro varmış içinde. Tanıdık bir afiş gözüme çarpıyor. Şöyle bir dikkat kesiliyorum. Bizim 'binbir gece'nin arapçasını oynattıklarını anlıyorum. Sonra koridor boyunca ilerleyince Türkan Şoray ile Kadir İnanır'ın oynadığı bir tiyatro oyununun afişini de görüyorum.

Önümde yürüyen kadın, 'aaaa Türkan ile Kadir burada sahne alıyormuş' diyor.

Sesi çok tanıdık gelen hanım, Hülya Koçyiğit'in ta kendisi. Biraz üzülüyor. Niye beni çağırmamışlar diye...

Sonra uyandım. Daha doğrusu uyanamadım, rüyanını devamını görmeye çalışıp servisi kaçırdım.

Şimdi ben bütün bunları hayra mı yorayım.

Öyle derler, bilirim. O zaman, Ay ile yakınlaşmamız yakında süper güçlerle donatılacağıma dair bir işaret olabilir mi?

Peki, egzotik arap ülkesinde ne işim var? Tam çekip gidesim var da, en fazla güneyde bir yerlere... Ama anlamadığım Türkan, Kadir ve Hülya'nın benim kaçışımda ne gibi bir parmağı olabilir?
Fotoğraf: Flickr

4 Ağustos 2009 Salı

(Kocama)n bir alkış lütfen...

Alkışlar, R.ye...
Ulvi bir amaç için yola çıktı O...
Hem beni, hem de kendisini kurtaracak.
14 yılını bir kalemde silecek.
Ona yarardan çok, zarar veren yarenliğini bir kenara bırakacak.
Eeee, bu ayrılık kolay olmayacak tabii.
İçki sofralarında yalnız kalacak.
Öğle aralarında eli boşluğa kayacak. Ona sarılmak için geliştirdiği bahaneleri; sıkıntı, stres, efkar, dert, tasa, neşe, yemek üstü, kahve yanı... hepsini bir kenara bırakacak.
Ama uzun vadede dakikalar, saatler, günler onun olacak.
Ömrü uzayacak -diye umut ediyorum-.
Yaşlı bir adam gibi solumayacak. Kül tablası gibi kokmayacak. Dişleri ya da hava olsun diye şekil bıraktığı bıyıkları sararmayacak.
R'cim, zehrinden arınmak için büyük bir adım attı. Bir tedavi merkezine gitti.
3 aşamalı bir ışın tedavisi gördü.
Tabiki iş bununla bitmiyor. Artık iradesini sınayacağı zor günler onu bekliyor.
Ama başarırsa, ki, başaracağına inanıyorum. Hayatımız daha güzel olacak. Evimizi sigara dumanı ve kül kaplamayacak. Beni de zehirlemeye son verecek.
Onun için yeni bir yaşama adım atan kocama, kocaman, bir alkış lütfen.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Yağmurlu bir gündü...

Melankolik olmanın neresi yanlış anlamıyorum. Oysa tam havası.
Hava tüm gün bulutluydu.
Az önce, sessiz sessiz çiseleyen yağmur, bir tür fırtınaya dönüştü.
Etrafı bir korku filmi havası kapladı.
Fırsat bu fırsat, ben de buğulu gözlerle, kalın su damlalarının çarptığı cama, gözümü diktim dışarıyı seyrediyorum.
Küçük damlalar önce uzun şeritlere dönüşüyor sonra küçük su birikintilerine...
Hal böyle olunca, akşam için tüm planlarım değişti birden.
Şimdi film ve popcorn zamanı.
Yaşasın. Bir günlüğüne kışı yaşayacağız.
Pardon mutlu değil, melankoliktim ben.
O zaman popcornu bırakıp, şarap kadehini alıyorum elime...
Film yerine de, belki, bilgisayardan yükselen içli bir şarkı eşlik eder ruh halime...
Aman ya,, vazgeçtim ben bu melankoli işinden. Zor geldi birden.
Üniversite yıllarında çok modaydı bu haller. Zaten öğrencilik yıllarımı böyle geçirdim.
Kalan yıllarımı film ve popcornlu bir fonda neşeyle geçirebilirim.
Bakalım ne seyredeceğiz.
Ben korku filmi diyorum ama yoğun bir direnişle karşılaşacağıma eminim.

Bu arada, şu halime bakacak olursak benden olsa olsa iyi bir 'dengesiz' olur heralde.


Fotoğraflar:
Flickr / by
Tapio Hurme / by dear tori