3 Aralık 2011 Cumartesi
Tavsiyeler ya da talimatlar...
Yeni yıl yaklaşırken,, işte samimi bir kaç satır....
"Gençliğin gücünün ve güzelliğinin tadını çıkar.
Boşver.
Gençliğin gücünü ve güzelliğini anlamayacaksın, onlar geçip gidene kadar.
Ama güven bana, 20 yıl sonra fotoğraflarına bakacaksın. Ve şu an anlayamayacağın bir şekilde hatırlayacaksın Önüne ne kadar fırsat çıktığını ve aslında ne kadar muhteşem göründüğünü.
Düşündüğün kadar şişman değilsin.
Gelecek için endişelenme, veya endişelen ama endişelenmenin ancak bir cebir denklemini sakız çiğneyerek çözmeye çalışmak kadar etkili olacağını bilerek.
Hayatındaki gerçek sorunlar endişeli aklının hiç düşünmediği şeyler olur genelde, boş bir salı günü saat 4'te gözünü kör eden türde bir şey.
Her gün seni korkutan bir şeyi yap. Şarkı söyle.
Başka insanların duygularına karşı pervasız olma. Seninkilere karşı pervasız olanlara da katlanma.
Diş ipi kullan.
Kıskançlıkla zamanını harcama.
Bazen öndesindir. Bazen geride. Yarış uzun ve sonuçta, sadece kendinle.
Aldığın iltifatları hatırla. Aşağılamaları unut.
Eğer bunları başarabilirsen bana nasıl yaptığını söyle.
Eski aşk mektuplarını sakla. Eski banka kağıtlarını at.
Gevşe...
Hayatınla ne yapmak istediğini bilemezsen kendini suçlu hissetme.
Tanıdığım en ilginç insanlar 22 yaşındayken hayatlarında ne yapmak istediklerini bilmiyorlardı.
Tanıdığım 40'lı yaşlarındaki en ilginç insanların bazıları hala bilmiyor.
Çok kalsiyum al.
Dizlerine iyi bak. İşe yaramadıklarında onları özleyeceksin.
Belki evleneceksin. Belki evlenmeyeceksin.
Belki çocukların olacak. Belki olmayacak.
Belki 40'ında boşanacaksın. Belki 75. evlilik yıldönümünde komik tavuk dansı yapacaksın. Ne yaparsan yap, kendini çok fazla pohpohlama ya da aşağılama.
Şansın yarı yarıya.
Herkesin de öyle.
Vücudunun tadını çıkar. Kullanabileceğin her şekilde kullan."
-The Big Kahuna'dan-
29 Kasım 2011 Salı
24 Kasım 2011 Perşembe
Kırmızı'dan...
19 Kasım 2011 Cumartesi
Bu güzelliğe kıymayı planlayanlar var
yolunu bulur derim.
Onun için sıralı düşüncelerim arasında önceliği ona verdim...
Haydarpaşa Garı... Yüzyılı aşkın süredir ayakta olan tarihi bir yapı olmanın ötesinde birçoklarının kişisel tarihinde de mihenk taşı.
Şimdilerde birileri burası otel olur mu diye düşünüyor. Hatta bir adım öteye gidip, plan proje dahilinde bölgeyi bir kültür sanat merkezi haline getirmeyi hedefliyorlar.
Tarihi bir yapının otel haline getirilmesi bu plana nasıl bir katkıda bulunabilir ki?
Haydarpaşayı hayatın dışına itmek, ondan sadece görkemli ama belli bir zümrenin yararlanabileceği bir 'eser'olarak 'faydalanmak' çok masum bir plan değil sanki...
Arılıkları ve kavuşmaları yaşayamayacağımız, içinden geçip gidemeyeceğimiz bir Haydarpaşa İstanbul'un ruhuna bir ihanettir. Benim için 'yolculuğa çıkma kavramını var eden' bu yapı bazıları için yeni bir hayatın başlangıcı oldu hep..
Gece çektiğim bu fotoğrafı gösterdiğim bir arkadaşım bunu twitter'da paylaşmama bir anlam verememiş, 'Haydarpaşa yine mi gündeme geldi?' diye sormuştu. Benim gündemimden hiç çıkmadı ki...
1 Kasım 2011 Salı
31 Ekim 2011 Pazartesi
Sufle zamanı
Kış demek, 'ev' demek, arkadaşlarla 'sohbet' demek, toplaşmalar, buluşmalar, hoşbeş etmeler, yemeler içmeler, çay saatini iki kadeh şaraba çevirmek demek. 'Ye-iç-gez-eğlen'in yemelisi içmelisi bol olanı yani.. İşte buyrun, karşınızda pazar enstanteneleri...
11 Ekim 2011 Salı
Renk renk, köpük köpük...
Yok yok, böyle demezler aslında.. Yorgun argın eve gelip saç boyuyorsan ya da
içindeki 'kestir kestir', kurtul şu kezbanlıktan sesi giderek yükseliyorsa acil bir müdahaleye ihtiyaç duyuyorsundur. Eeeeh aynada gözüne batan saçlar, ruhundaki homurtuyu işaret eder çoğu zaman.
Yoga yapamam, vaktim yok. Sahiden yok.
Spor yapamam. Yorulurum.
Hatta şu sıralar kuaföre bile gidecek enerjiyi bulamam kendimde... Utanarak söylemeliyim ki, kuaför koltuğu benim için dişçi koltuğundan farksızdır.
Ama heyhat,, küçücük bir değişim bile iş görür. O yüzden kaptım şu köpük boyalardan birini, koştum eve...
Size bu satırları yazarken, kafam yapış yapış bana ayrılan yarım saatlik süreyi doldurmaya çalışıyorum.
Radikal bir değişim olmayacak. Ama ilk defa kendi başıma saçımı boyamış olacağım.
Bu boya işi işe yararsa kuaförüme rakip geliyorum.
3 Ekim 2011 Pazartesi
Coca Cola nostaljisi
Migros'un şu sıralar müşterilerine hoş bir sürprizi var. Bazı ürünler eski ambalajlarıyla satışa sunulup, yıllar öncesine bir dönüş yapılmış. Bunlardan biri de Coca Cola..
Coca Cola, 4'li paketleri firmanın 1968 yılından bu yana piyasaya sürdüğü şişelerden oluşuyor. Şişeler çok şirin. Biz içerken tatlarının da farklı olduğu yanılgısına düştük..
1 Ekim 2011 Cumartesi
Bir hamburger hikayesi...
2 Eylül 2011 Cuma
Aya Yorgi
Büyükada'da arnavut kaldırımlı, ucu bucağı gözükmeyen, çık çık bitmez dik yokuşlar çoktur.. Bunlardan en çetini kiremit örtülü küçük bir yapı ile eşsiz bir maznaraya açılır ki, orası hıristiyanlar için oldukça kutsal bir yer olan Aya Yorgi Manastırıdır..
Hiristiyan inanışına göre, Aya Yorgi'ye yürüyerek çıkan insanlar "yarı hacı" sayılırlar. Yani yokuşu çıkmak her babayiğidin harcı değildir.
Ben de geleneği bozmadım kıliseye varınca fotoğrafa konu olan turist gibi bir mum yaktım, dilek tuttum.
Gerçekleşirse... Gerçekleşenle birlikte tekrar yokuşu tırmanır, manzaranın tadını çıkarırım.
31 Ağustos 2011 Çarşamba
7 Ağustos 2011 Pazar
Beni Bağrına Bas
BENİ BAĞRINA BAS/ PATRICIA PICCINNI
24 Temmuz 2011 Pazar
Turist oldum, seyyah oldum, beynimde döndüm durdum!
Neyse ki benim yalnızlık gösterim gayet başarılı geçti... Yanı başımda en sevdiğim, kafamda kocaman boşluk, kurcalayacak tek bir sinir bozucu düşünce bile olmadan beynimde döndüm durdum. Hayaller, hayalleeer...
Fotoğraflar Kaş'tan...
26 Haziran 2011 Pazar
Öyle bakma, kalbimi yakma!
20 Mayıs 2011 Cuma
Sanki yeni yıl gibi... (Hani yeni başlangıçlar yaparsınız ya, o bakımdan)
Sizler 'Bloguma dokunma' diye yırtınırken, ben zaten nedenini bilmediğim bir şekilde sansürlenmiştim.
Google kapı duvar, ben çaresiz... Kendimi Tumblr'a vurdum, olmadı. Facebook'a sardım, olmadı. Arada bir yaşadığım sinir harbini bir kenara bırakacak olursak sosyal aleme asosyal bir yelken açtım. Yani kalakaldım.
Günlerden birgün- yaklaşık iki gün önce-tamamen tesadüfi bir şekilde sitemin açıldığını fark ettim.
Sadık bir blogger gibi yuvama geri döndüm. Bakalım neler yumurtayacağım...
6 Ocak 2011 Perşembe
En iyi saçlar
'EN'ler listesi çeşitlilik bakımından sınır da tanımaz. Birileri, bişeyleri seçer durur, bize de katılmak ya da katılmamak düşer.
Geçen yılın en iyi saçları için yapılan listede ben iki geçer not verdim.
Kendimce,, nacizane fikrim şudur ki;
1 NUMARA
Yana taranan perçemleri ile Michelle Williams'ın pixie stili...
2 NUMARA
Kasten bırakılan koyu dipleri ve dağınıklığıyla rock şıklığı yaratan Drew Barrymore...
Renkler herşeyi daha güzel yapıyor!
Böyle bir ev yaratabilmek için sanırım sürekli pozitif bir ruha sahip olmak gerek.
Ya da bu fotoğraflardan yola çıkarak, ev sahibi hakkında ben de uyanan his bu.
Hayat güzel, çiçekler, böcekler... Elektriğin hiç icat edilmediğini varsayarak mum ışında yenilen bir yemek, bir kadeh şarap. Daha ne olsun işte hayat!
Bu evin yaratıcısı dekoratör Emily Henson.... Eşi, iki çocuğu, iki köpeği ve iki kedisiyle yaşıyor.
Alışverişlerinin büyük çoğunluğunu bit pazarından yapıyor. Sloganı ise 'tüketimden önce, yaratıcılık.'
Hiçbir eşya çok ama çok değerli değil. Çünkü bu evde iki kedi ve iki köpek var. Ayrıca bazen patenleriyle dolaşan iki çocuk.
Daha fazla fotoğraf için TIKLAT!
3 Ocak 2011 Pazartesi
Glee style / Jayma Mays
Glee'nin takıntılı öğretmeni şu sıralar benim 'en iyi giyinen-giyidirilenler' listemde bir numara...
Diziyi takip edenler Emma Pillsbury rolündeki Jayma Mays'ın en dikkat çekici özelliğinin kıyafetleri olduğunu kabul edecektir.
Çünkü lisede geçen dizide kahramanlarımız arasında giyimine düşkün olan ikinci kişidir. Ama bu onun moda tutkusunu değil, temiz ve takıntılı ucube kişiliğini yansıtmaktadır.
Kalem etekleri, vintaga bluz ve takıları kesinlikle ilham veriyor.
'Ayrıca mercan renkli bir kolyenin düz kahverengi bir hırkaya ne yapabileceğini görüp şaşırabilirsiniz.' Bu da karakteri canlandıran Jayma Mays'ın notu...