6 Ocak 2011 Perşembe

En iyi saçlar

Yeni yılın olayı, listeler yapmak, kararlar almak bi de geçen yıla dair en iyileri ve en kötüleri belirleyip,, belki de ders almaktır.

'EN'ler listesi çeşitlilik bakımından sınır da tanımaz. Birileri, bişeyleri seçer durur, bize de katılmak ya da katılmamak düşer.
Geçen yılın en iyi saçları için yapılan listede ben iki geçer not verdim.
Kendimce,, nacizane fikrim şudur ki;


1 NUMARA

Yana taranan perçemleri ile Michelle Williams'ın pixie stili...





2 NUMARA
Kasten bırakılan koyu dipleri ve dağınıklığıyla rock şıklığı yaratan Drew Barrymore...

Renkler herşeyi daha güzel yapıyor!


Böyle bir ev yaratabilmek için sanırım sürekli pozitif bir ruha sahip olmak gerek.
Ya da bu fotoğraflardan yola çıkarak, ev sahibi hakkında ben de uyanan his bu.
Hayat güzel, çiçekler, böcekler... Elektriğin hiç icat edilmediğini varsayarak mum ışında yenilen bir yemek, bir kadeh şarap. Daha ne olsun işte hayat!

Bu evin yaratıcısı dekoratör Emily Henson.... Eşi, iki çocuğu, iki köpeği ve iki kedisiyle yaşıyor.
Alışverişlerinin büyük çoğunluğunu bit pazarından yapıyor. Sloganı ise 'tüketimden önce, yaratıcılık.'

Hiçbir eşya çok ama çok değerli değil. Çünkü bu evde iki kedi ve iki köpek var. Ayrıca bazen patenleriyle dolaşan iki çocuk.

Daha fazla fotoğraf için TIKLAT!




3 Ocak 2011 Pazartesi

Glee style / Jayma Mays


Glee'nin takıntılı öğretmeni şu sıralar benim 'en iyi giyinen-giyidirilenler' listemde bir numara...
Diziyi takip edenler Emma Pillsbury rolündeki Jayma Mays'ın en dikkat çekici özelliğinin kıyafetleri olduğunu kabul edecektir.
Çünkü lisede geçen dizide kahramanlarımız arasında giyimine düşkün olan ikinci kişidir. Ama bu onun moda tutkusunu değil, temiz ve takıntılı ucube kişiliğini yansıtmaktadır.
Kalem etekleri, vintaga bluz ve takıları kesinlikle ilham veriyor.

'Ayrıca mercan renkli bir kolyenin düz kahverengi bir hırkaya ne yapabileceğini görüp şaşırabilirsiniz.' Bu da karakteri canlandıran Jayma Mays'ın notu...





Tüm parçaları yerleştirip...

... geri döndüm.
Zihnimdeki dağınıkları derleyip toparlar gibi büyük bir sabırla
oturdum başına hergün bir iki parça...

....sonra 3,6,9, sadece tek rakamlar halinde değil,, bazen 10, 12...


Her bir parçada sabrımın sınırlarını zorladım. Zorladıkça kolaylaştı. Ve nihayet bitti.


Puzzle yapmak belki bu kadar derin bişey değildir. Kimileri için eğlenceli olabilir, kimileri için bir baş ağrısı kaynağı, kimileri için can sıkıntısından delirmek anlamına gelebilir.


Aslında neyi çözdüğünüzle ilgili belki de...


Benim gibi picasso'nun guernıca tablosunun 1500 parçalık puzzlenı seçerseniz
önce nereye bakacağınızı şaşırır, sonra gözleriniz şaşı beş olabilir. Hislerinizi hiç hesaba katmıyorum bile...

5 yıl önce çok kolay olacağını düşünerek almıştık bu yavruyu... Hiç de kolay olmadı.

Sevgili pes etti,, -sevgili diyorum, gerçekten çiçeği burnunda aşıklardık daha- ben biraz uğraştım sonra kaldırdım ortalardan.

Yarım kalan şeylerden hoşlanmam. İyi bir özellik. İşte bu yüzden parçalarının tam olup olmadığından bile emin olmadan oturdum başına tekrar, biraz da bu meraktan kısa sürede bitirdim. O kadar süründürdükten sonra zafer kazanmak gibiydi.

Şimdi çerçevelenmeyi bekliyor. Sonra evin beyine parayla satacağım. Sonuçta bu da benim eserim.

Film seyrederken, yemek yaparken, sohbet ederken, yandan yandan bakıp bulmam gereken parçaları dert etmeyeceğim artık.

Ehhh o yüzden aranızdayım. Ferah ferah takılabiliriz.