29 Aralık 2009 Salı

Sarhoş koca çemkirince...


Onu, beni, yani bizi sarhoş eden neydi bilmiyorum.

İşyerinde kutlanan bir yılbaşı partisinde insan kendini ne kadar kaybedebilir?

Ben kaybetmem, O da öyle...

Aynı gün ayrı ayrı partilerde eğlendikten sonra evde karşılaştık: Hayli sarhoş(tuk)


- 'Ya ben böyle gittim işyerine, kötü mu olmuş' dedim ben.

- 'Yooo, çok güzel olmuş' dedi O, sonra 'evlilik kötü bir moda defilesine benzedi zaten' dedi.


Vaaay cümleye bak şimdi.


İşte karısını son zamanlarda sadece pijamalarla gören kocanını isyanı!!

Beni sadece yarı uykulu işe giderken ve işten dönmüş halimle gören koca kişisine

demek isterim ki; 'karınızı gün içindeki şık haliyle görmek isterseniz, -bu bir jean ve spor ayakkabıdan oluşan bir kombin bile olsa- o zaman iş sonrası sosyal aktivitelere özen göstereceksin. Öylee yan gelip yatmak yok.


Ayrıca pijamalarıma da haksızlık edilmemeli, beni salaş ama mutlu gösteriyorlar.


Bu arada belirtmeliyim ki bu lafın üzerine eski ben, 'ne yani sen şimdi evlilikten memnun değil misin?', 'beni beğenmiyor musun' ya da 'başka yerlerde daha güzel defileler varsa, buyur canım' tadında cümleler sarfetmiş, sonra çöteeenk diye girişmiştim.


Seviyorum ben bu yeni beni yahuuuu. Pek bi naif..

25 Aralık 2009 Cuma

Bunu da yaptım! (eeeh sonunda)


Ölmeden önce yapmam gereken 1001 şey listeme başladım.
İlk etkinliğimi iftiharla sunuyorum; Kilisede bir noel ayinine katılmak.

Dün akşam görev tamamlandı.

Yer: Beyoğlu, St. Antoine Katolik Kilisesi

Saat: 20.00

Tam vaktinde ortaydık.

Ortam kalabalık, renkli ve büyülüydü. Tabii benim gibi dini duygulardan çok turistlik amaçla ayine katılanların sayısı da hayli fazlaydı. Dolayısıyla ayakta kaldık.

İstanbul'un bu tarihi ve cemaati en kalabalık olan kilisesinde yer bulmayı ummuyordum zaten.

İlahiler okundu, dualar edildi. Herkes birbirine iyi dileklerde bulundu. Sadece iki saat ayakta kalmaya dayanabildik. Ayin devam ederken ayrıldık.
Aslında kendime şaşırıyorum.

Defalarca girdiğim bu kiliseyi, bunca zaman nasıl oldu da noelde ziyaret etmedim diye..

İstiklal Caddesi'ni boylu boyunca dolaştıktan sonra şöyle bir soluklanmak için girerdik içeri.. Bazen gizemli bir şeyler hissetmek için ya da sadece insanları izlemek için. Bazen de mum yakmak için. Yani lise ve üniversite yıllarımın bir rutiniydi St. Antoine'a uğramak.

Bu kez mum yakmadım.

Çünkü hala gerçekleşmemiş dileklerim var. Bu uzun vadeli dileklerden biri umarım yakında gerçekleşir de yenilerine sıra gelmiş olur.

Ben de dilekler işte böyle ambargolu:)

15 Aralık 2009 Salı

Çam sakızı çoban armağanı


Küçük hediyeleri, allayıp pullayıp kocaman bir arzu nesnesine dönüştüren mağazaların hastasıyım.

Misal, boyner, mudo, paşabahçe...

Küçücük birşey alırsınız... Kocaman bir paketle çıkarsınız mağazadan.

Hoş, gösterişli bir hediye paketinin içinden çıkan küçücük hediyenin yarattığı hayal kırıklığı da kendisinden büyüktür heralde... İçi seni, dışı beni yakar durumu.

Haftasonu ailemizin yeni evli çiftine ev hediyesi olarak seçtiğim 6'lı çerez takımı ve porselen sağanı alırken de bu hisse kapıldım işte.

Birbirinden alakasız bu iki şeyi öyle bir paketlediler ki, hediyeyi verirken aslında ne kadar küçük bir şey aldığımı anlatmaya çalışıp, şekilden şekile girdim.

Böyle durumlarda hediyeyi alan, paketi gerçekten açana kadar 'küçük' kelimesiyle mütevazilik yapmaya çalıştığınızı düşünür. Ama o paket açılır bir kere ve beklentisi büyük, kendisi küçük hediyecik ortaya çıkıverir.

Ama ne demişler, 'hediyenin büyüğü küçüğü olmaz'

Doğrudur, yerinde bir özlü sözdür.
Yine de o büyük paketler, farklı şeyler uyandırır zihinlerde...

13 Aralık 2009 Pazar

Varlığımla yokluğum bir,, sanki!


Her şey çok güzel olacak.

Yakında burada olacağım...

Kendimden memnun halimle...

Eskisinden daha iyi...



P.S: Yakında kar bile yağdırabilirim:)

2 Aralık 2009 Çarşamba

Aşk karın doyurmuyor kardeş!!


Müjdeler olsun Elif Şafak da konu mankeni olmuşşşş...

'Ne demek o' diyeceksiniz.

Şu demek: ELLE dergisinde Derishow'un kıyafetlerini giyinmiş, poz vermiş..

Oturtamadım bir an kafamda. Dağınık toplanmış saçları ve balıkçı kazaklarıyla görmeye alışmışım kadını. Makyajı filan tarzının dışına çıkmamış neyse ki.

Sayfada Elif Şafak'ı siyah kıyafetler içinde görüyoruz. Yanında kocaman bir başlıkla 'AŞK' yazıyor mesela. Altında şu sözler uzanıyor.


"Hayatın özü,

cevheri aşk.

Kainatın şifresi,

yaradılışın gayesi. Yaşayana

herşey demek aşk,

yaşamayana

ise kuru bir kelimeden

ibaret. Ya içindesinizdir

aşkın, hem de tam

merkezinde, kalbinde.

Ya dışında

savrulmuşsunuzdur,

hasretinde, gurbetinde.

Ortası yok ki. Ortası

olunmuyor aşkta..."


Bu güzel sözlerin altında da "Deri elbise şu kadar TL, siyah triko tayt bu kadar TL" yazıyor.

Gitti, duygu muygu kalmadı. Direk indirime girer mi acaba diye düşünmeye başlıyorsun artık.

'He gülüm, ne demiştim, aşk mııııı???' durumu doğuyor ister istemez yani.

Eeee komik olmuş ama!!!!

29 Kasım 2009 Pazar

'500 days of summer' ya da
buruk bir pazar günü olsun başlık


Hafif uykulu, biraz baş ağrısıyla seyrettim filmi.

Son karenin ardından sinirle kapattım televizyonu.

Hışımla kalktım koltuktan, 'seyrettiğim en kötü aşk filmi' diye söylene

söylene attım kendimi yatağa..

Oysa filmin başlarında izleyici için şöyle bir uyarı var aslında; "this is not a love story, this is a story about love"

Veeee daha da başında yani en başında siyah ekranda şu yazılar belirmişti;


screen 1: note: the following is a work of fiction. any resemblance to persons living or dead is purely coincidental.
screen 2: especially you jenny beckman.
screen 3: bitch

"kız ve oğlan tanışırlar. çocuk aşık olur. kız aşka inanmaz." İşte olay budur.

Bu gerçekçi bir karşılıksız aşk hikayesi... Kimsenin kız arkadaşı olmak istemeyen bir kızla, ruh eşini bulduğuna inanan bir zavallı bir çocukla ilgili.

Harika bir kurgusu var. Kahkahalarla gülmüyorsunuz ama yine de eğlenceli bir film. Onun ötesinde, bakmayın benim kızğınlığıma, aslında müthiş bir film...


Seyredin şekerler...


25 Kasım 2009 Çarşamba

Kulindağ / Gidilecek-Görülecek


'Gittim-gördüm' diye başlamak isterdim ama ne yazık ki gidemedim dolayısıyla da göremedim.

Zaten yakında özel 'gidemedim-göremedim' bölümü açacağım.

O zaman ne yapıyoruz? Buraya kocaman harflerle 'Gidilecek' yazıyoruz.


Kulin Dağ'a gidilmeli.
Neden;

Çünkü istanbul'a kent merkezine çok yakın. (Polonezköy yakınlarında)

Çünkü romantik.

Çünkü çiçekler, böcekler yani doğa var.

Çünkü temiz hava var.
Benim keşfim gibi allayıp pullamayayım. Akdoğan Özkan'ın 'İstanbul'da Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey' kitabında, 'Onunla bir dağ evinde yıldız pikniği yap' başlığı altındaydı bu güzel yer.

Kitabı ayrıca tavsiye ederim.
İstanbul'da yapmadığım ne çok şey varmış onu anladım. Bu şehrin keyif aldığım
şeylerini de tekrar hatırlattı.

Yeşile tepelere hakim dağ evinde bir haftasonu geçirmek isteyen romantik beyler-hanımlar buradan daha fazla bilgi edinebilirler...

Victoria Beckham: Saçı ve ayakkabıları

Victoria Beckham, eşi David Beckham ile oğulları Romeo ve Cruz ile LA Lakers basketbol maçını seyrediyor.
Fotoğrafları görür görmez, 'aaa ne şeker olmuş' dedim. Bu kadın için bu cümleyi kullanacağım ölsem aklıma gelmezdi.
Öncelikle saçları çok hoşuma gitti. Sonra her zaman mürebbiye kılığında gördüğüm bu kadına spor kıyafetlerin ne kadar yakıştığını fark ettim. Acaba spor ayakkabı mi giyinmiştir derken... Tak, bu fotoğraf çıktı karşıma. Victoria Beckham'ın seçimi bir basketbol maçı için bile olsa Christian Louboutin olmuş. Allah için güzel ayakkabılar.. Fiyatı da 595 euro imiş...






5 Kasım 2009 Perşembe

30 gram,, ha var ha yok?


Bugün yazasım var.
Düşünesim var, konuşasım, hatta gülesim var.
Öhöööm...
Mevzu şu, 30 gram insanın hayatını ne kadar değiştirebilir?
Şöyle ki, tekrar diyet, rejim, zayıflama, sağlıklı beslenme hede hödöleri için gereken kritik rakama ulaştım.
Yani sınır rakam tartıdaki yerini aldı. Ben de alarmlar çalmaya başladı. Ama daha düne kadar 30 gram eksiktim. Ve inanın bana sanki böyle hissetmeme 10 kilo vardı.
Merkürün burcum üzerindeki etkisi değilse bu, olsa olsa regl öncesiyle birleşen psikilojik bir buhran olabilir diye düşünüyorum.
Tüm bunlarla beraber, canım herzamankinden çok tatlı istiyor. Üst üste iki defa yutkunup, soruyorum, bir kez daha, 'bir günlük izin mi versem kendime??'
Öyle yapayım. Yarından itibaren yediklerimden pişman olmama prensibime geri dönebilirim:)

P.S: Ebru Şallı gıcığının sözleri yankılandı birden kulaklarımda... Aynaya koşup, 'ben gözel karıyam' diye kendimi motive etmeliyim hemen!

Kan kırmızı dudaklar

Malesef bu bayanlar kadar kalın dudaklarım yok.
Ama ben Gwen Stefani'den ilham alıyorum. Onun da dudaklarının
çok kalın olduğu söylenemez. Yine de kırmızı ruj kendisine çok yakışıyor.
Kırmızı ruj olayını ben bu yıl keşfettim ne yazık ki...
Porselen bir yüzde, belki hafif bir allıkla renklendirilmiş olabilir ama mutlaka az bir göz makyajıyla tamamlanan kırmızı ruj gerçekten harika duruyor.
Benim küçük dudaklarım bile yüzümde böyle bir ihtişam yaratmamıştı bugüne kadar.
Şöyle, 'aman şekerim bugün de hiç makyaj yapasım yoktu. Öyleee bir ruj sürdüm ve çıktım' havasında...
Tabii hemen uyarıyım; kırmızı ruju nemlendirilmiş, ölü derisinden arındırılmış bir dudağa uygulamak gerekirmiş, yoksa dudaktaki tüm kusurlar 'ben burdayım' diye bağırırmış.
Bir de ruju sürmeden önce kalemle dudağın şeklini belirlemek gerekiyormuş.
Uyguladım mı? Hayır, ne yazık ki. Belki de çoğunlukla domates soslu spagetti yemiş, küçük bir çocuk gibi ortalarda dolaşıyorumdur??? Korkunç! Siz benim gibi olmayın.
Birde kırmızı ruj tavsiyeleriniz varsa alayım.
Ben şu sıralar Chanel Rouge Allure'un peşindeyim...


Leopar desenli sıradan kadınlar...

Yatak odasını leopar desenli aksesuarlarla dekore edenler...
Leopar desenli iç çamaşırlarından vazgeçemeyenler.
Hele ki leopar desenli pijamalarla hem seksi hem sevimli olmayı başaranlar.
Efendim, zevkinize saygım sonsuz ama ben almayayım.
İki gözüm önüme aksın ki, leopar desenli tek bir eşyam yok.
Bugüne kadar eksikliğini hissettim mi? Hayır.
Ama bu desenlerden vazgeçemeyenlerin bir bildiği vardır dedim hep kendi kendime..
Aklıma çoğunlukla Banu Alkan gibi kötü örnekler gelse de, kendine bu deseni yakıştırmayı başarmış sıradan kadınlar da mevcut.
Bu nadide fotoğrafları onlara armağan ediyorum.
Mini eteği çok beğendim, ablaya çok yakışmış.
Ama ben yine de leopar desenli kıyafetlerden edinmeyi düşünmüyorum.
Haaa hediye gelir o ayrı:)





Fotoğraflar

Natalie Portman / V Magazine

Siz ilk bakışta tanıdınız mı kendisini?
Ben de 'vaay anasını' etkisi yarattı!
Natalie Portman, Rihanna tarzı saç modeli ve dumanlı bakışlarıyla sert bir kadına dönmüş, biraz erkeksi ama yine de seksi sanki.. Erkek kısmısı daha iyi bilir tabii..
Bana değişik geldi.







31 Ekim 2009 Cumartesi

Dev akvaryumda balıklara yem olmak,
olası mı???

Bugünlerde hayallerimi ne süslüyor dersiniz?
Çok basit birşey aslında...
İstanbul Bayrampaşa'da açılan dev akvaryum.
Dediğim gibi ulaşılması zor bişey değil, ama ben orgenize olması zor bir insanım.
Başkalarıyla plan yaparsam daha çabuk harekete geçerim diye düşündüm.
Kocaya söyledim; 'aman burası Türkiye, şimdi patlar matlar, köpekbalıklarına yem oluruz' dedi.
'Çok ayıp, dedim', hemen bir arkadaşıma msn'den mekanın linkini attım.
Etkilenir diye düşünmüştüm ama o da beklemediğim bir tepki verdi.
Balıkların camekanlar ardına kapatılması hoşuna gitmiyormuş... Eee onca balık besleyen adam ne yapsın? Neyse haklı olabilir tabii.
Ama bu iki görüş de beni vazgeçiremeyecek. Çünkü sualtına hayranım. Malesef deneme dalışlarından öteye gitmeye bir scuba deneyimim var:) Kısmetse bu yaza meseleyi halledicem ama!
Ayrıca böyle mekanlar bana romantik geliyor. Büyülü ve romantik.
Mekanda köpekbalıklarıyla (!)dalış ve nikah gibi çeşitli organizasyonlar da yapılıyor.
Buradadan inceleyebilirsiniz.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Power aranıyor!


Bir açma kapama düğmem olsa....

Şöyle vücudumun herhangi bir yerinde bir power düğmesi olmalı aslında.

Basıp da kendime gelebileceğim...
O düğme varsa, 'kesin midemdedir' dedim, bir kaç gün mideme yatırım yaptım.
Power düğmesi olmayı bırakın, geri al tuşuna basmışcasına kilo almaya başladım.
Demek, power için başka yerlere bakmak gerek.
Kalbim ya da beynim olabilir mi acaba tüm devreleri çalıştıracak güç kaynağı??
Ama ben yine de kolaya kaçıp, kulaklarıma şans verdim.
Sabah akşam müzik. Malum ruhun gıdası.. Hem kalbe, hem beyne yakın.
Ama ne fayda, sanki tüm şarkılar depresyonu çağırıyor.
Ya da benim prizi çekmişler haberim yok.
Acaba R'den yardım mı istesem?
Alışverişe mi çıksak beraber...
Gelir mi ki acaba?
Hem alışveriş merkezinde mızıldanıp, beni kendime getirebilir.
Sinirlenmek vücudumda şok dalgası yaratabilir.

NOT: Depresif benzetleler için üzgünüm. İdare edin

27 Ekim 2009 Salı

Ivanka Trump'ın gelinliği


Amerikalı emlak zengini Ivanka Trump, kendisi gibi emlak zengini bir aileden gelen Jared Kushner ile evlendi.Tam 'her davul dengi dengine çalar' durumu olmuş.Trump'ın parası pulu, kocası filan değil de gelinliği asabımı bozdu. Yani ben o kadar güzel bir gelinliği yarım kolla tülle katletmezdim. Ya tamamen uzun yapsalardı, ya da omuzlardan kesselerdi.Ne o öyle, beğenmedim işte!




21 Ekim 2009 Çarşamba

Ceren'in İrem'in halası, Aliş'in yengesi, şimdi de Defne'nin teyzesi...


Şu sıralar bütün kimliklerimi yani sıfatlarımı gözden geçiriyorum.
Liste uzadıkça uzuyor..

Annesinin ve anneannesinin bir tanesi
R'nın sevgili karısı
Bir medya çalışanı
abilerinin küçük kız kardeşi...
İki güzelin halası
Kayınvalidesinin büyümeyen gelini....
Aliş'in yengesi..

Liste uzuyor dedim ya, haftasonu elti, bugün de teyze oldum.
Aslında bu sıfatların yarısına yakınını layıkıyla kullanamıyorum. Ne birinin gelini olmayı, ne de eltisi olmayı becerebiliyorum. Yani çok yeni ve acemiyim efendim hepsinde.
Hala olmaya alışırken kendimi teyze olarak buldum.
Defnecik dünyaya geldi.
Annesiyle kan bağıyla değil ama gönül bağıyla bağlıyız birbirimize..
Kız kardeşim olmadığına göre de, Defne benim teyze olmak için tek şansım.

Bakalım gerçek bir teyze olabilecek miyim??

20 Ekim 2009 Salı

Gözaltı kapatıcısı tutkum...

Hasta ve yorgun görünmek için hiç çaba harcamamak gerçekten keyifli bir şey..

Gözaltı kapatıcımı sürmeyi unutmam yeterli.
Tabii bu benim için saçma bir teselli noktası da olabilir.
Ama şaka bir yana makyaj malzemeleri içinde benim için hayati öneme sahip tek şey göz altı kapatıcım. Bir de siyah göz kalemim var ama o ikinci sırada geliyor.

Artık vitaminsizlikten mi, kansıızlıktan ya da demir eksikliğinden midir bilmiyorum, gözlerimin altında morluklar vardır benim.

Kapatıcı önemlidir yani. Birçok kadın için öyle olduğunu düşünüyorum.


Ben Clinique All About Eyes'ı kullanıyorum. Gerçekten başarılı bir ürün. Bir keresinde gittiğim hiçbir kozmetik mağazasında bulamamıştım bu kapatıcıyı. Strawberry'den siparişim gelene kadar tüpü kazımıştım resmen.



Pudra.com'a göre bu ürün üçüncü sırada yer alıyor. Benim sıralamamda birinci olduğunu yineleyip, sitede tavsiye edilen diğer kapatıcıları belirteyim;




YSL Touche EclatSon yıllarda en çok satan ürünlerden biri. Sadece bir kapatıcı değil, aynı zamanda aydınlatıcı da. Ciltteki leke ve renk bozukluklarını düzeltirken, yüze harika bir aydınlık veriyor. Soluk ve yorgun cildi anında canlandırıyor.










MAC Select Cover Up Tüp şeklinde likit kapatıcı. Yüzdeki koyu bölgeleri aydınlatırken, sivilce izlerini de yok ediyor. Cildin pürüzsüz görünmesini sağlıyor. Fondötenden önce veya sonra kullanılabiliyor.











Laura Mercier Secret Concealer Özellikle göz çevresi için biçilmiş kaftan diyebiliriz. Göz altındaki morlukları ve koyu halkaları anında kapatıyor. Göz çevresine doğal ve aydınlık bir görünüm veriyor.









Clarins Instant Light Perfecting Touch Çok özel parlak bir dokunuş sağlayan vurgulayıcı. Cildinizin donukluğunu olağanüstü azaltıyor. Cildin doğal ışıltısını besliyor ve cildi yeniden canlandırıyor. Makyajınıza kusursuz ve ışıltılı bir görünüm veriyor.

Twitter'ı keşfettim, aptal oldum!


Öyle böyle değil, şaşkınım...

Herkes birbirine ne kadar yakın, ne kadar ulaşılabilir.

Ayrıca bu kadar ulaşılabilir olmak istemelerine de şaşırıyorum.

Çok çook şaşırıyorum.

Yani ben aylarca kıvrandım şu twitter nedir, ne değildir diye..

Bi açıp bakmadım, bi kulak kabartmadım.

Kuru bir meraktı sadece.

Sonra bir gün kocayı twitter'a bişeyler yazarken gördüm.

'Yani ne alaka, facebook'tan sonra bi de bu mu çıktı???' dedim sesli, sonra

'bu napıyor benden habersiz twitter'lard ' dedim içimden!

Ertesi gün ilk işim, hatta işimin gücümün arasında, bir twitter hesabı açmak oldu.

Kocanın takipçisi oldum; her daim öyleyim zaten!

Sarmadı başta... Ama şimdi bir yürek çarpıntısı halinde! Dehşet bişeymiş yahuuu...

Neden, Cüneyt Özdemir çocuklar gibi her bokunu oraya yazar? Ahmet Hakan neden oradan ona buna laf yetiştirir? Neden, Oray Eğin akşam buluşacağı Cüneyt Özdemir'in sohbetine önce sanal alemden katılır.

Neden Sertab Erener, turneden döndüğünü bu yolla müjdeler.

Neden, Serdar Turgut, akşam ne yemek pişirdiğini (belki!) anlatır. Yani bu msn'den 'canım sıkılıyor' yazıp, bütün gün ilgi beklemenin bir adım ötesi.

Ama aklımın almadığı, biz nasıl olurda tüm bu insanların (ünlüsü-ünsüzü) muhabbetine dahil olabiliriz.

Şimdi ben biraz kaptırsam kendimi, belki, geceyi bu saydığım insanlarla iki lafın belini kırarak geçiririm. Bunun bir adım sonrası cihangir'de iki tek atmaktır heralde.

Şirkette yüzüme bakmayan, selam vermeyen kızcağıza yeni aldığı ayakkabıların korkunç olduğunu bu yolla söyleyebilirim artık. O bir yandan arkadaşlarından iltifatları kabul ededursun.

Yanlış anlamayın. Karşı değilim.

Şaşkınım.

Nası yaniiiii??


15 Ekim 2009 Perşembe

82 yaşındaki Betül Mardin'den öğütler


Ayşe Arman, -ki kendisini huşu içinde okurum.

Zaman zaman seks bağımlısı gibi görünse de, her zaman ilgi çekici konulara değinmiştir.

Dün köşesine kayınvalidesinin öğütlerini taşımış.


Başlık; Betûl Mardin’den Nalân Apa’ya 40 yaş öğütleri... (Başlıktaki bağlantıyı çözemedim ama tavsiyeler süper... Eeee Betül Mardin'in kendisi süper zaten) Buyrun okuyun efendim. Vesile olabildiysem ne mutlu.


1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.
2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.
3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini “update” et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.
4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)
5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.
6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!
7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç üşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda’sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.
8. Olumlu olacaksın.
9. Bazı şeyleri kabul edeceksin: Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.
10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği olduğunu bileceksin!!!

14 Ekim 2009 Çarşamba

Çılgın Suri!


minik topuklu ayakkabıları ve parmaklarındaki ojeleri ona çok görüyorlar. Küçücük bir çocuğun kendine şimdiden kadınsal objelerle örülü bir dünya kurması normal değilmiş..Valla ben de bayılırdım annemin topuklularını giyinmeye, rujlarını sürmeye, takıp takıştırmaya..Ama o halde dışarı çıkmama izin verilmezdi tabii.. Ben elimdeki kalemle sigara içme taklidi yapardım, o boş bir starbucks bardağı taşıyor.Cruiseların dünyayı salladığı yok. Eleştirileri ciddiye almıyorlar. Suri de çılğın ötesi bir çocuk olma yolunda ilerliyor. Fotoğraflar çok doğal ve tatlı çıkmış...






11 Ekim 2009 Pazar

Pazar kahvaltısı sarhoş eder mi?


Bugün İstanbul küçücüktü. Sadece Bebek ve devamını kapsayan
sahil güzergahından ibaret küçük bir çiftlik gibiydi.
Hiç çaba harcamadan, buluşma noktası bile bellemeden
insanların birbirini bulduğu bir yerdi. Hatta aynı yerde bulunup, daha sonra başka bir yerde karşılaşanların günüydü.

Aslında karşılaşmalar günüydü.

Yollarda sarhoş bir kalabalık vardı.
Bol iyot, oksijen ve güneşin çarptığı, aç bir kalabalık.
Uzun bir kahvaltı sofrasını, küçük bir çay bardığına bile yer kalmayacak
bir açgözlülükte donattık.
Sonra aynı işlemi midelerimize uyguladık.
Sofra boşaldı. Mideler şişti. Gerçi ben ne yediğimi bile anlamadım.
Ne arka masadaki uğultuya kulak kabarttım. Ne kimin ne giyindiğiyle ilgilendim. Ne de dedikodu yaptım.
Hatta Bebek'te tek bir ünlü bile görmedim. Çünkü ilgim mavi deniz, pamuk pamuk bulutlar, ve boğaz köprüsünün tüm heybetiyle uzandığı arka fondaydı.
Bir de masamızı şenlendiren minik bebelerde...



Günün özeti: Çok yedim. Herşeyi yedim. Bebe sevdim. Kuçu gördüm. Güzel evlere bakıp iç geçirdim. Denize bakıp oooh dedim. Günüşe bakıp gözlerimi kırpıştırdım. Köpek bokuna bastım. Kokusuyla savaştım. Nazlı kocayı azarlardım. Sonra öptüm, geçti.

Şimdi ise başım dönüyor. Gözlerim kapanıyor. Bir de hapşırıyorum. Bu güzel pazar gününe erken bir kapanış yapmak yazık olacak:)