24 Eylül 2010 Cuma

Tatile gitmek gibi,, sarhoş olmak gibi...
Kendine gelmek gibi,, öyle sürpriz bir cumartesi...

Bir sürü vıdı vıdı yapacaktım.
Güzellemeler,,,
Uzun bir girizgah...
Sonra fotoğraflara baktım
farkettim ki...
Ne söylesem bu kadar etkili olmayacak!
İstanbul'dan kaçarken ne ummuştuk bilmiyorum ama gazeteci abimiz 'sizi
özel bir yere götüreceğim' dediğinde, cenneti ayaklarımızın altına
sereceğini bilemezdik.

Yeşile hasret bir kısım istanbullu için bu kelime abartı sayılmaz.

yER: dOĞAPARK
İsminin hakkın verdiğini söylemek gerek en başta!

tARİH: güzel bir cUMARTESİ günü...İlk karşılaşma çiftlikteki hayvanlarla; flamingolar, angut kuşları, ceylanlar, ponny atlar, karacalar, lamalar...

Sonra yer yer nilüferlerle kaplı göletlerin çevresine konuşlanmış küçük heykeller...

Vurucu son nostaljik eşyalarla dolu bir hangar derdim ama sazlıklı yoldan devam edince karşıma çıkan manzara beni arada bıraktı.

Güzellikler say say bitmez.
Helikopter pervanesinden bir masa...
Eski model sepetli bir motosiklet.
Görmezden gelemeyeceğiniz, herşeye hükmedercesine orta yere yerleştirilmiş bir Cesna uçağı..
Hepsi bu harika mekanın sahibi İşadamı Ahmet Şahin'in özel ilgi alanlarını yansıtıyor.



Doğa harikası bu çiftliğin sahibi bir sanatsever. Aynı zamanda da doğa aşığı... Hepsi bir araya gelince de burası bir masal diyarına dönüşmüş.

Ahmet Şahin, sadece yakın dostlarını ağırladığı çiftliğinde gün boyu bizi misafir etti.

Ve ben tekrar anladım ki; bir güne planlamadan başladığımda
genellikle nasıl biteceği konusunda da bir fikrim olmuyor.
Yarım yamalak bir mangal keyfi, zar zor bir kahvaltı ya da bulutlu bir hava hayal edip, 'olsun yine de güzel geçecek' der ve beklentilerimi düşük tutarsam, kendimi böyle bir cennette bulabilirim.

17 Eylül 2010 Cuma

Tarzını banyoda konuştur!

Bir evin en dekore-edilesi, süslenesi-püslenesi yerlerinden biri banyosudur bence...
Neden peki? Sorarım size....










15 Eylül 2010 Çarşamba

Süt dişlerim düşmemiş,
o halde ben biiiir...




...... ÇITIRIM???

Hayır, aslında alığım!!

Bahsetmekten pek hoşnut değilim ama son üç haftadır dişçi koltuğundan kalkmaz oldum.

Diş eti çekilmesi yüzünden başım dertte..


Doktorum bir türlü dilimin dönmediği şu tedavilerden birini uyguluyor.


Benimki ağız değil, sanki inşaat alanı... Kazıyor da, kazıyor...


Haliyle canım yanıyor.


Ama normal yetişkinlerden daha fazla.


Doktor bana bunun sebebini şöyle açıkladı: ''Ön taraftaki üç dişin süt dişi''


Yani süt dişlerim hiç düşmemiş.


Bunu söyler söylemez aklımdan geçen ilk şey 'vaaay amma çıtırım, hala süt dişim var' oldu.


Peşi sıra şu cümleler çınladı kulağımda;
'Düşebilirler tabii, rontgen çekip bakmak gerek. Altında diş var mı acaba'


Kocaman kadın oldum,, yaşım ilerledikçe

bazı sağlık sorunlarıyla yüz yüze geleceğimden

emindim ama çocuklukta düşmeyen süt dişleri yüzünden

dişsiz kalabileceğim aklıma gelmezdi doğrusu...

Nasıl bir şey ise bu artık????




12 Eylül 2010 Pazar

Bu bayram kafama takılan

.... yegane şey telefonumun neden hiç çalmadığıydı.

Evet bayramda çalıştım. Büyüklerimi aradım ve arkadaşlarımdan telefon bekledim.

Nedense kendimi böyle bir beklenti içinde buldum.

Bayramlar büyükler için midir? Yaşlılar için mi yani?

Ya da birbirine kan bağıyla bağlı bireyler için mi?

Benim yakın çevrem için böyle sanırım. Sanırım geleneksel şeylere
karşı geliştirdiğimiz bir modern insan anlayışlılığı içindeyiz.

Bugüne kadar tek bir arkadaşım bile bana 'bayramımı kutlamadın' diye sitem etmedi.

Ben de kimseye sitem etmedim tabi ki...

Ama nedense bu bayram telefon bekledim.

Hatta geçen yıl bayramın birinci günü işbaşı yapmak için trenle yola düştüğümde, yoldan bir arkadaşımı arayıp bayramını kutlamıştım. O kadar şaşırmıştı ki, aslında bayramını kutladığım için değil öylesine hatır sormak için aradığımı düşünmüştü:)
Diğer yandan biz yılbaşını asla atlamayan bir gelenekten geliyoruz.

Saat 24.00 oldu mu, hemen telefona sarılır coşkuyla iyi dileklerde bulunuruz.

İyi bir yıl, iyi bir hayat, iyi bir eş, iyi bir iş, bir sürü iyi için bir sürü güzel cümle kurarız.

Doğumgününü unutmak dünyanın sonu gibidir mesela...
Nasıl telafi edeceğini düşünür durur insan.

İşte bu bayram ben bu yaman çelişki üzerine epey kafa yordum.

Sonuç; neyi neden kutladığımızı bir yana bırakıp,, her türlü tatili

güzel sözlerle örülü bir şölene çevirmek artık amacım.


İyi bayramlar, mutlu günler...


Evdeyim, kendimdeyim!



Herkes, yine, tatil yaparken bu bayram,

ben, yine, çalıştım!

Mesleğim, tatil olarak aklınıza gelebilecek her resmi günde daha fazla çalışmayı gerektirir.

23 Nisan, 29 Ekim... Kurban ya da şeker bayramı... fark etmez!

Kendimi fazla acındırmayayım. Başka bir kariyer seçseydim hayatım yine böyle olabilirdi.

Doktor ya da hemşire olabilirdim. Ya da bir alışveriş merkezinde tezgahtar...

Ben gazeteci oldum. Şu anda evimde şu satırları sakince yazabilmem bile mucize gibi.

İşyerinde açılan sandık sayısını da takip ediyor olabilirdim.

Bu meslekte yaşanacak o kadar güzel şeyler var ki; ama size sadece sandık takip etmek düşüyorsa, teşekkür edip geri çevirmeniz gayet doğaldır.
Aktarmaktan yorulunca,, bazen sadece izleyici olmak da güzeldir.

5 Eylül 2010 Pazar

O bir maymun!!!



Bir buçuk yaşında... Henüz tam olarak konuşamıyor. Kelime haznesi 'anne, baba,
abi ve yaaaaaa' ile sınırlı. En kral tepkisi; 'yaaaaaaa, anne yaaaa'
Buna rağmen anlatmak isteği herşeyi gayet iyi anlatıyor. Kelimeleri kısıtlı ama binbir çeşit namesi-cilvesi var cadının.
Bana hiç benzemiyor. Sarışın-mavi gözlü.
Oysa 'kız halaya çeker' derler. Pek çekmemiş gibi...
Huyu suyu için birşeyler söylemek erken.



Fotoğraflar, O'nu misafir etmek için can hiraç çaba harcadığımız bir haftasonundan...
Tüm gün keşifteydi. Kitaplar, CD'ler, DVD'ler, eniştesinin gözünden sakındığı figürler.
Onca şeyle birlikte, normalde bir çocuğun ilgisini çekmeyecek bir o kadar şey daha önüne serildi.
Sadece yemek yesin diye ...

Biraz jenga oynadık.
Kitapları dağıttık. Sayfaları çevirdik. Tek tek özenle!
Parkelere mamayla sıvadık.
Jonny Cash dinledik.
Kasedeki mama bittiğinde ben de çocuk sahibi olmak fikrini tekrar gözden geçirdiğimi, sonra bu konuyu daha sonra düşünmek üzere rafa kaldırdığımı hatırlıyorum.
Konuyu karara bağlayacağım uzun düşünce halinden önce
bir de cesaret hapı yutsam fena olmaz:)

2 Eylül 2010 Perşembe

Gönül pencerem

Mutfak penceremin manzarası böyle...
Karşı penceredeki, saatlerini bilgisayar başında geçiren bir oyun müptelası!
Akşamları bazen, mutfağa su içmeye gittiğimde ya da çay yapmaya, her ne için olurusa,
gözüm O'na takılır.
Nasıl yorulmadığına hayret ederim.
Çünkü bilirim bütün gün zaten bilgisayar başında çalıştığını...
Sessizce gözetlerim.
Bazen hayret ederim. Çoğunlukla kınarım. 'Cık cııık'lıya, 'cııık cıklıya' kapatırım mutfağın ışığını, her ne yapıyorsam onun başına dönerim.
Karşı penceredeki benim kocam, eşim, sevdiceğim değil de
bir yabancı olsaydı, yine gözetlerdim.
Daha heyecanlı yorumlar yapardım onun hakkında...
Derdim ki mesala; 'zavallı çocuk karısı terk ettikten sonra daha bir verdi kendi oyuna.'
Ya da 'bu kadar bilgisayar başında oturduğuna göre kesin unutmak istediği bir geçmişi var''
"Ahhh bi de derli toplu olsa, şu dağınıklığa bak'!!!
Karşı penceredeki şahıs yazımı okur da bir uyanışa geçerse,,
cam kenarında çay içmeye beklerim. :))

1 Eylül 2010 Çarşamba

Sinem Kobal'ın evi!


Küçük Sırlar'a hayatımıza girmeden önce, O küçüklerin Selena'sıydı.
Çocuklara yönelik bir dizi için fena da değildi sanırım. En azından kendisini sevdirmişti.
Gel gelelim O'nu birden Gossip Girl'ün Türkiye şubesi Küçük Sırlar'da Serena van der Woodsen yerine koymaya çalıştıklarında işler karıştı.

Arda Turan'ın sevgilisi olarak celebrity kontenjanına direkt dahil olan Sinem Kobal, şimdi ekranda 'inandırıcılık' sınavı veriyor. Bir yandan taklit bir dizide, orjinalinden bambaşka bir karakter canlandırıyor. Diğer yandan da o orjinal dizideki sahici kız olmaya çalışıyor.
Zor valla!
Bakınız efendim evi gerçek bir celebrity evi mi? Bana sanki içinde
pek yaşanmıyormuş izlenimi verdi! Gerçi bütün dergi çekimleri öyle olmaz mı?